ana sayfa

gezi fotoğrafları

açılım hakkında

e-mail

tarih - edebiyat - kültür - sanat bülteni / nisan-mayıs 1999 / sayı 6

Doç. Dr. Süleyman Beyoğlu ile Söyleşi: "Türk Devrim Tarihinin
Tanzimat Dönemiyle Başlatılması Gerekir"

Ali Bilge Okan

Türk Devrim Tarihinin bazı konuları hakkında sayın hocamız Doç. Dr. Süleyman Beyoğlu ile yaptığımız söyleşiyi okurlarımıza sunuyoruz:
Ali Bilge Okan: Sayın hocam, Türk Devrim Tarihi'nin başlangıç noktası üzerinde tarihçiler arasında belli bir ittifak yok. Acaba sizce bu başlangıç noktası ne olmalı?
Süleyman Beyoğlu
: Dediğiniz gibi bu konuda tarihçiler arasında bir birlik yok. Bazıları, Atatürk'ün 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkışını esas alıyor; bazıları da 1908'lere kadar gidiyor. Ama bugün genel kabul gören bir şey var. Tanzimat döneminde, reform sürecinin, batılılaşma sürecinin başladığı dönemde, başlatma eğilimi var. Bu da şekil ve muhteva bakımından doğru. Çünkü aşağı yukarı benzer inkılaplar. Bu 1920-1930 arasında yapılan benzer inkılaplar Osmanlı padişahları tarafından da denenmiştir. Mesela, III. Selim tarafından denenmiş, II. Mahmud tarafından denenmiş, Abdülmecid tarafından denenmeye çalışılmış. O bakımdan, benim kanaatimce, Türk devrim tarihinin Tanzimat döneminde başlaması daha mantıklı. Başka türlü de anlaşilması zor. Çünkü bütün bu inkılaplar birdenbire meydana gelen hadiseler, spontane şeyler değil. Belli bir sürecin ve birikimin sonucu ortaya çıkıyor bütün bu inkılaplar. Bunun için inkılaplara inanmış ve bu değişim sürecine gönül vermiş insanların olması gerekiyor. Ancak bu şekilde oluşur bütün bu inkılaplar. Hatta, bu başlangıç noktasını 1730'lara kadar götürebiliriz ama Tanzimat Fermanı hükümdarın kendi isteğiyle kabul edildiği için aynı zamanda bir anayasal sürecin de başlangıcı olduğu için, Türk Devrim Tarihi'ni Tanzimat süreciyle birlikte başlatmakta fayda görüyorum.
Osmanlı mirasının modern Türkiye Cumhuriyeti'ne etkileri nelerdi? Ayrıca Osmanlının devamı mıyız? Yoksa ayrı bir yapı mı teşkil ediyoruz, tartışmalarına nasıl bakıyorsunuz?

Osmanlı devletinin kuruluşunun 700. yılı ve Cumhuriyetin 75. yılının yaşandığı bir zaman sürecinde bulunuyoruz. Bu bakımdan önemli bir soru sordunuz. Tarihçiler olarak biz şu düşüncedeyiz: Toplumlar bir süreklilik arz ederler. Bunun yanında toplumsal olaylar da bir süreklilik arz ederler. Bu coğrafyada XIV. yüzyılın başinda büyük bir devlet ortaya çıktı ve bu devlet 1922 yılına kadar yaşadı. 1922 yılında kendini tasfiye etti ve yeni bir rejim benimseyerek başka bir devlet yapısı şekline dönüştü. Bu bakımdan, tarihçiler bir devamlılık olduğunu söylüyorlar ve Türkiye Cumhuriyeti'nin miras sahibi olduğunu veya en azından olması gerektiğini iddia ediyorlar.
Bu devamlılık örneğini Türk ordusunda da görebiliriz. Türk ordusunun tarihini de Orta Asya'ya dayandırmaktayız ve böylece 2500 yıllık bir tarihi sürekliliği Türk ordusunda görmekteyiz. Türklerin ayrı ayrı devletler kurması, devletlerinin adlarının değişmesi veya rejimlerinin değişmesi bir tarihsel sürekliliği engellemez. En azından, 1071 Malazgirt savaşindan beri bu coğrafya içindeyiz. Bu bakımdan da ele alırsak Selçuklu Devleti'nin, Osmanlı Devleti'nin ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bir süreklilik oluşturduğunu içinde bulunduğumuz coğrafyaya bakarak da bu tarihsel sürekliliği anlayabiliriz.
Bu sürekliliklerin yanında kurumsal ve kültürel bir devamlılığı da görmekteyiz. Evet, yazının değişmesine rağmen bu kültürel birikim ve müesseseler devam etmektedir. Örneğin Danıştay, Osmanlı İmparatorluğundaki kurumların devamı, Meclis-i Ahkam-ı Adliye'nin devamıdır. Kezâ, öğretim kurumları da böyle bir devamlılık göstermektedir. Hatta ve hatta Cumhuriyeti kuranlar da Osmanlının son döneminde yaşamış kişilerdir. Bu bakımdan da bir devamlılık görmekteyiz.
Cumhuriyetin Osmanlıdan alıp farklılaştırdığı şeyler de vardır. Mesela, rejim. Rejim olarak cumhuriyet rejimini seçtik ve demokrasiye geçtik. Bu rejim de Osmanlı İmparatorluğu içinde tartışılmıştır ama gerçekleştirilememiştir. Bu bakımdan, Cumhuriyet rejimi Osmanlı içinde tartışılan rejim konusunun farklılaşmış bir devamıdır. Bunun yanında meşruti monarşi içinde parlâmenter sisteme de geçmiştik. Osmanlı 1876 yılından beri parlâmenter yapıyla tanışmıştı. Bu yapı zaman zaman kesintilere uğrasa da Osmanlı bu yapıyı tanımıştır. Bu bakımdan da, yani parlâmentarizm bakımından da bir siyasal süreklilik sağlanmıştır.
Sekülarizm dediğimiz ve üstünde tam ittifak edemediğimiz, laiklik açısından da bir süreklilik vardır. Tanzimat hareketiyle Osmanlıda dünyevileşme hareketleri de görülmeye başlandı. İslam'ın devletten ayrımı da bu zamanda görülmeye başlandı. Tanzimat fermanı da bu sekülarizm hareketlerini kanıtlıyor aslında. Tanzimat fermanında hem dinî devlet olduğumuz kabul edilmekte, hem de devletin işlerini kendi bireyselliği içerisinde yürütme sezinlenmektedir. Bu bakımdan da bir devamlılık görülmektedir. Türkiye Cumhuriyeti'nde 1928 yılında anayasaya giren laiklik maddesiyle de Osmanlıdan gelen sekülarizm akımında bir süreklilik sağlanmış olup günümüze kadar bu süreklilik devam etmiş ve hali hazırda bu tarihsel süreklilik devam etmektedir.
Osmanlıdan çok önemli bir farkımız da toplumsal kimlik bakımından kaynaklanmaktadır. Osmanlı Devletinde çok çeşitli etnik topluluklar vardı. Cumhuriyetin kurulmasıyla siyasal manada bir ulus bilinci ve bir Türk kimliği ortaya çıkmıştır. Bu bakımdan da modern Türkiye Cumhuriyeti devleti Osmanlıdan oldukça farklılık göstermektedir.

Atatürk kendi yaptığı devrimleri 1920-1930 arasına sığdırmayıp daha geniş bir zamana yaysaydı, bu devrimler daha sağlıklı mı olurdu yoksa Osmanlı hanedanlığı tekrar su yüzüne çıkabilir miydi?

Bizim reform süreci de tepeden inme bir şekilde başladı. Jakoben yaklaşim filan deniliyor ya Fransızca bir kelimeyle. Fransız ihtilali de halkın etkisiyle burjuvazinin etkisiyle ve aydınların etkisiyle oluşmuştur. Fakat Osmanlıda böyle bir halk temelinde hak isteyiş ve sınıflar arası mücadele yaşanmamıştır. Bu yüzden, vatandaş toplumsal vatandaş kimliğini psikolojik olarak ancak Cumhuriyet rejimi içinde bulmuştur.
Mustafa Kemal, bu problemlerin hepsini ayrıntılı bir şekilde bildiği için, reform ya da inkılap sürecini çok iyi ayarlamıştır. Başka türlü de bu inkılaplar gerçekleştirilemezdi, çünkü zaman yoktu. Benim kanaatimce, inkılaplar zamanlama olarak tam zamanında gerçekleştirilmiştir.

Devrimler Türkiye'ye ulus kimliği kazandırdı mı? Bu ulus kimliği Türkiye'de artık iyice yerine oturdu mu?

Bu konuda kesin bir şey söylemek çok güç. Tam anlamıyla başarılı olduğumuzu söyleyemeyiz. Evet, bir Türk kimliği ve bir Türk kültürü, en azından siyasi manada ortaya çıkmıştır. Fakat bu siyasi manayı ne yazık ki herkese iyi bir şekilde anlatamadık. Yani standart bir Türk kimliğinden söz etmek mümkün değil. Kemal Karpat'ın da [geçen sayıda yayınladığınız] konferansta ayrıştırdığı: Etnik kimlik, dini kimlik ve siyasi kimliklerden, siyasi kimlikte yani Türk siyasi kimliğinde bir anlaş

devamı sonraki sayfada

1