ana sayfa

gezi fotoğrafları

açılım hakkında

e-mail

tarih - edebiyat - kültür - sanat bülteni / nisan-mayıs 1999 / sayı 6


Osmanlı İmparatorluğu'nun Zuhûruna ve Gazâya Dair

Zeynep Şermet


Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluşu, Geç Ortaçağ'ın en önemli olgularından biri olarak araştırmacılar için ardına kadar açık kapılara sahip bulunmaktadır. Selçuklu-Bizans sınır bölgesinde gelişen ufak bir beyliğin nasıl olup da büyük bir cihan devletine dönüştüğü modern tarihçiliğin çözümlemeye çalıştığı en girift meselelerden biri olma özelliğini halen korumaktadır. Bizans İmparatorluğu döneminde Bitinya, Osmanlı İmparatorluğu'nun ise daha sonra Hüdavendigar olarak adlandırdığı Kütahya, Bursa, Bilecik ve İznik havzasında doğan Osmanlı İmparatorluğu'nun çoğunlukla menkıbelere boğulmuş erken dönemi hakkında kimi tarihçiler yeni ve geniş çapta araştırmaların yapılması gereğini vurgularken, kimileri de Osmanlı Devleti tarihinin başlangıcının kara bir delikten ibaret olduğunu ve bu deliği doldurmak cihetindeki çalışmaların sadece yaratılan masalların sayısını arttırmaktan öteye geçmeyeceğini belirtmektedirler. Geçmişte ve günümüzde konu ile ilgilenen tarihçilerin Osmanlı İmparatorluğu'nun zuhûrunu anlamaya yönelik yaptıkları pek çok araştırmadan ve bu yönde geliştirilen tezlerin ışığında, erken dönem Osmanlı Tarihi hakkındaki tarihi realiteyi
yakalamak zor gibi görünse de, 700 yıl önceki maddi ve zihinsel yapılanmayı anlayabilmek arzusu, yeni çalışmalar için yeterli bir sebep olacaktır. Bu yazıda, Osmanlı İmparatorluğu'nun zuhuruna ilişkin görüşleri, tenkidleriyle birlikte kısaca zikretmek ve özellikle gaza kavramı üzerinde yoğunlaşarak, Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluşundaki rolünü işlemeye çalışacağım.
Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluşunu ilk defa bir problem olarak yayınladığı monografisinde ortaya koyan H. A. Gibbons'dur.1 Eserinde ileri sürdüğü fikirler, C. Diehl ve N. Iorga gibi tarihçiler tarafından kabul görürken, Alman Türkolog F. Giese ve özellikle M. Fuad Köprülü tarafından tenkid edilmiştir.2 Gibbons'un, Osmanlı Devleti'nin Anadolu topraklarını, Balkan Yarımadası'ndaki fetihlerden sonra genişletebildiği ve bu fetihlerin tahrip ve yağma maksatlı olmaktan çok, planlı bir yerleşme olduğu fikirlerine katılan Köprülü, Gibbons'un Osmanlı Devleti'nin kuruluşu hakkındaki nazariyelerini şiddetle tenkid eder.3 Köprülü, XVIII. yüzyılda Önasya'nın durumunun hakkıyla tetkik edilmesi gereğini vurgularken, Osmanlı Devleti'nin Anadolu'daki Türk unsurunun kendine has dinamikleri ve örgütlenmeleri neticesinde geliştiğini belirterek uç beyliği tezini de şekillendirir.
Köprülü'nün ardından P. Wittek 1937 de Londra Üniversitesi'nde verdiği bir dizi konferansta meseleye dair kendi fikirlerini sunmuş ve 1938 de bu konferans metinleri yayınlanmıştır.4 Wittek konferanslarında XIV. yüzyıl sonunda yazılmış olan Ahmedî'nin
İskendername adlı eseriyle delillendirdiği gazi-devlet tezini sunar. Daha evvel Köprülü'nün de görüşlerini beyan ettiği gaza ve gazilik5, H. İnalcık tarafından da yeni fikirlerle desteklenmiştir.6 İnalcık'a göre Osmanlı Devleti'nin kuruluşu ve gelişmesinde gaza ideolojisi önemli bir faktördür. Osmanlı Devleti'nin kökeni ve niteliği konusunu P. Wittek ünlü kuramında formüle ettiği kurumla bağlantılı olarak açıklamaya çalışmıştır. Wittek'e göre politik ve askeri sahalarda liderlik her zaman gazilere yani kafirlere karşi i'lâ-yı kelimetullah için savaşan sınır savaşçilarına aitti. Osmanlılar kendilerini gaziler topluluğu olarak hissediyorlardı ve kurdukları devlet ise gazi-devlet karakterindeydi. Wittek'in bir diğer kanıtı ise 1337 tarihli Orhan Gazi'ye ait bir kitabedir. Bu kitabede Orhan  Bey, "gaziler sultanı, gazi oğlu gazi" olarak vasıflandırılır. Arapça olan kitabenin, aslında 1417 tarihli bir orijinal kitabeden veya sonraki devirlere ait herhangi bir kitabenin üslubunu takliden yazılmış olabileceğini dolayısıyla bu kitabenin kesinlikle o devre ait olmadığını Ş. Tekin tafsilatlı bir şekilde değerlendirir.7 Diğer yandan, 1324 tarihli Farsça bir vakfiyesindeki ve 1384 tarihli Türkçe bir mülk-namesindeki ifadeler, kullanılan unvanlar, Orhan Bey'in kendisini gazi telakki etmediğini, etrafındakilerin de onu böyle görmediklerini açıkça göstermektedir.
R. P. Lindner, gazi tezini en tafsilatlı ve sistemli şekilde eleştirerek, devletin temel niteliğinin göçebelik olduğunu açıkça belirtir.8 Lindner aynı zamanda, Wittek'in işaret ettiği delilleri ve diğer beyliklerle ilgili kaynakları göz ardı ederek, Osmanlı Beyliği'ni diğer beyliklerden ayrı bir yapıda değerlendirir. Ahmedî ile başlayan Osmanlı tarihçilerinin eserlerine pek itibar etmemektedir.
Gazi tezine olan itirazlardan bir diğeri Colin Imber'e aittir.9 Imber, Wittek'in zamanının siyasi ideolojilerinden etkilenerek teorisini kurduğunu ve büyük ölçüde Alman nasyonalizminden etkilendiğini ileri sürer.


İlk Osmanlı vekayinamelerinin tarihi bir kaynak olarak değerden yoksun olduklarını ve Osmanlıların kökenine ilişkin kuramlar için bunların kaynak alınmaması gerektiğini söyler. Ona göre Ahmedî bir tarihçiden çok ahlakçıdır. Ahmedî eserinde akın/akıncı kelimelerini dini bir kisveye sokarak gaza/gazi şeklinde kullanmıştır. Imber, buna delil olarak ise İskendername'de geçen şu beyiti gösterir :

Kâfir üzre kıldılar a'vân-ı din
Andan ettiler gaza adın akın
10

Erken dönem Osmanlı vekayina-melerinde, gaza ve akın kelimeleri sık sık birbirlerinin yerine kullanılıyordu. Gazi/akıncı Osman portresi gerçekçi olmaktan ziyade, Osman hakkındaki efsanelerin biçimlendiği çerçeveyi yansıtır.
C. Heywood ve R. J. Jennings'in de gaza ve gazi kelimelerinin orijinleri ve manaları hususunda itirazlarının olduğunu da burada zikretmemiz gerekir.11 Heywood, Wittek'in kuramının tanımlanması için izlenen yolun tarihsel açıdan ve yöntem bakımından uygun olmadığı kanısındadır; Jennings de Wittek tarafından dikkate alınan verilere dayanan Osmanlı Devleti'nin gazi niteliğini sert bir biçimde eleştirir. Jennings, Osman Bey'in hıristiyan beyler (
tekfurlar) ve devletlerle yoğun ilişkisi olduğunu belirterek, hıristiyan savaşçi gruplarla (akritai denilen Bizans sınır savaşçiları) ilişkilerinden bahsetmektedir. Gaza anlayışı ile bu ilişkiler çelişmektedir. Osmanlılar, II. Bayezid devrinden itibaren sistematik olarak cihad anlayışını işler, daha önce (XIV. yüzyıl) Osmanlılar gazadan ziyade askeri ve siyasi pragmatik yaklaşimlar içerisindedirler.

devamı sonraki sayfada

1