Wildcat’in 1989 baskısına önsözü, birçok tarihi bilgi ve görüş içeriyordu, fakat bu önsözde biçim ve içeriğe ilişkin eleştirilmesi gereken önemli bir noktanın üzerinde durmak istiyoruz.
“Gorter, sendikalar bölümü boyunca, işçilerin delegelerini görevden geri çağırabilmelerinin, özünde devrimci bir önlem olduğunu ima eder gibidir. Bu reaksiyoner bir tutumdur. Biz, bir hareketi, kararlarını nasıl aldığına değil, içeriğine bakarak değerlendiririz.” (Wildcat sunuş)
Gorter’ın izini takip ederek yapılan bu eleştiri, temelde doğru olmakla birlikte, Gorter’ın Açık Mektup’ta ifade ettiği görüşlerin doğru bir şekilde aktarılmasına dayandığı söylenemez. Gorter, örgütsel biçimleri gayet net tanımlamakta ve komünist devrim özel görevini net olarak vurgulamaktadır.
‘’Bu, bireyselcilik olmakla birlikte, aşırı olduğu söylenemez. Çünkü merkezi konseyler, yerel ve genel konseylerde yeterince güçlüdür. Birey ve merkezi konsey, devrimin patlak verdiği şu dönemin gerektirdiği ve izin verdiği ölçüde iktidara sahiptirler.” (Açık Mektup, 2. Bölüm)
“Biz kitlelerin daha akıllı, daha cesur, kendi insiyatifiyle harekete geçen, her yönden daha gelişmiş olmalarını arzu ediyoruz. Devrimin, kitlelerin kendi eseri olmasını istiyoruz. Devrim, burada, Batı Avrupa’da ancak bu şekilde zafere ulaşabilir. Bu yüzden eski sendikalar yıkılmalıdır.” (Açık Mektup, 2. Bölümü)
Gorter’la olan problem, onun biçimi içerikten ayırmasından değil, içeriği son derece dar bir biçimde savunmasından - ki bu, kitlelerin öz-eylemliliğidir – kaynaklanmaktadır. Örneğin onun parlamentarizme tüm saldırısının kaynağı budur. Onda öz-eylemlilikte komünist güdünün rolüne ilişkin hiçbir şey yoktur (gerçi, onun da devrimde yer almasının gerekliliği belirtilmektedir). Aslında kapitalizm, giderek artan bir şekilde, işçilerin öz-eylemliliklerini sergilemelerini, statükoya meydan okumalarını ve inisyatif kazanmalarını talep etmektedir (modern iş yönetimi de bunu vazetmektedir). Komünist hareket gittikçe komünize olmuştur ama Gorter buna değinmemiştir. Wildcat’in önsözünde belirtildiği gibi, “Gorter, hâlâ komünist devrim yeni bir hükümetin eseri olacakmış gibi bir anlayışla yazmaktadır”.
Biz, keza, Gorter tarafından kullanılan dilin üzerinde durmanın da gerekli olduğunu düşünüyoruz. Açık Mektup’un bir çok yerinde, özellikle parlamentarizmle ilgili üçüncü bölümünde, Gorter “büyük bankalar”a ilişkin çok sayıda yorum yapmakta ve bunu “tekeller” hakkındaki retorikle birleştirmektedir. Bundan çıkan sonuç, Gorter’ın, onu sağ ve sol birçok yirminci yüzyıl reaksiyoneriyle aynı kampa koyan Finans Kapital takıntısıdır.
Aslında “büyük bankalara” yapılan atıflarda, Gorter’ın diğer yazılarındaki, hatta Açık Mektup’taki buna benzer atıflarda o, finans kapitalin kötülüklerine özel olarak dikkat çekmekten çok sermayeye –“güçlü ve geniş biçimde örgütlenmiş ve topluma derinden kök salmış sermayeye”- yoğunlaşmıştır. KAPD tarafından 1921’de yayımlanan The Organization of the Proletariat’s Class Struggle’da, Gorter, keza, “büyük sermayeye, banka sermayesine” atıfta bulunmuş, fakat aynı zamanda, “sermaye artık ticaret tarafından değil, fabrika ünite tarafından örgütleniyor” demiş, ve “kapitalizmin gücü şimdi fabrikalarda yatmaktadır” diye eklemiştir. Bir başka deyişle, Gorter, sermayenin gücünün meta üretiminde olduğu ve sermayedarların zekice hilelerine bağlı olmadığı konusunda net bir anlayışa sahipti. Problem belki de, Gorter’ın, Hilferding ve daha önemlisi Lenin’in, Alman iş dünyasından birçok ampirik ayrıntılar ve Hilferding’den analizler içeren, Emperyalizm, Kapitalizmin En Üst Aşaması gibi kitaplarından alınan bir “Alman” terminolojisi kullanmış olmasından kaynaklanmaktadır. Bu görüşlere göre, “serbest rekabet” dönemi sona ermiştir ve sermayenin yoğunlaşması, kaçınılmaz olarak, ekonominin bütün alanlarında, finans kapitalin başı çektiği (kendisi de bir tekeldir) tekelleşmeye yol açar. Böylece finans kapitalin, endüstriyel sermayenin ve devletin gittikçe artan kaynaşması ortaya çıkar. Hilferding’in işaret ettiği noktalardan birçoğu, Almanya açısından doğru olmakla birlikte, Açık Mektup’un yazılmasından sonraki yirmi yılda dünya gücü haline gelen ABD ve Britanya İmparatorluğu açısından kesinlikle doğru değildir. Birleşik Devletler ekonomisinde, Almanya’da görülen “yatay bütünleşme”dense (tekeller) “dikey bütünleşme” (ham madde çıkarımının, işlenmesinin, imal edilmesinin ve pazarlanmasının tek bir bünyede birleştirildiği şirketlerin yaratılması) söz konusudur. Gorter bunu çok iyi biliyordu – The Organisation’da da, dikey bütünleşmeyi anlatmıştır.
Kısacası, onun, davalarının destekleyicisi olduğunu asla düşünmeyen sermayedarlara ateş püsküren Gorter’ı, seçtiği sözcüklerden dolayı çok sert bir şekilde yargılamak doğru olmaz kanısındayız.