1923'DEN GÜNÜMÜZE TÜRKİYE EKONOMİSİ

1923-1980 Yılları Arasında Türkiye Ekonomisi:

1920'lerden günümüze kadar Türkiye ekonomisi tarihini incelerken üç iktisat kongresinin de ekonomi politikalarında önemli değişimlerin yaşandığı dönemlerin başlarına rastladığı gözlenmektedir. Bu açıdan iktisat kongrelerinin ekonomik hayata yön verme işlevleri olmuştur.

Birinci İktisat Kongresinin düzenlendiği 17 Şubat 1923 tarihinde, Kurtuluş Savaşından galip olarak çıkan Türkiye, iktisadi açıdan Osmanlı İmparatorluğundan devraldığı "Duyunu Umumiye" ile karşı karşıya kalan, halkın büyük çoğunluğu fakir ve eğitimsiz, sanayi kuruluşları yok denecek kadar az ve sermaye birikiminden yoksun, geri kalmış bir ülke konumundaydı. Bu Kongrenin ortaya konulan fikirler açısından o dönemin Türkiye ekonomisini yeniden inşa etmede büyük katkıları olmuştur.

1981 yılında düzenlenen İkinci İzmir İktisat Kongresi ise, iktisadi ve siyasi bunalımların gözlendiği, iktisadi olarak içe dönük sanayileşmenin yarattığı bunalımların biriktiği ve hemen ardından bu alanlarda büyük değişimlerin gözlendiği bir dönemde düzenlenmiştir.

21. yüzyıla girmekte olan dünyada gözlenen siyasi ve teknolojik değişim rüzgarları içerisinde, 1992 yılında düzenlenen Üçüncü İzmir İktisat Kongresi, bu değişim ortasında olan ve coğrafi açıdan etrafında siyasi çalkalanmaların gözlendiği Türkiye için, iktisadi açıdan gelecek yüzyıla hazırlanmada, hedefleri belirlemede, kamu ve özel kesimin fikirlerini ortaya koymada önemli bir yere önemli bir yere sahiptir.

Birinci Dünya Savaşından 5 yıl sonra, dünyanın kendine bir düzen vermeye çalıştığı uluslararası konjonktürde toplanan Birinci İktisat Kongresi, daha çok içerdeki dengeleri tesis etmeye ve iktisadi yapıyı oluşturmaya yönelikti.

Kongrede sanayici, tüccar, çiftçi, işçi "murahhaslarının" oldukça çekişmeli ve kulisli bir çalışma ortamından sonra, ana sektörler itibariyle belirlenen "Misak-ı İktisadi Esasları" başlığı altında bütünleşmeleri, bir ittifak arayışının kanıtı olarak sayılabilir. Bu çerçevede, Kongre kapsamı içinde siyasi bağımsızlığın iktisadi bağımsızlıkla birleştirilmesi ve Türk girişimcisinin güçlendirilmesi en temel hedeflerdi.

Kongrede milliyetçi ve liberal politikaların temelleri benimsenmişti. Gerçekten, 1923-29 dönemi tüm dünyada görüldüğü gibi liberal politikaların uygulandığı bir dönem olmuştur. Bunun nedeni, uygulanan politikaların, özel girişim öncülüğünde ve dışa açık bir ekonomik yapı içinde gelişmesiydi. Dışa açık politikaların benimsenmesinin bir diğer nedeni ise Lozan Antlaşmasının iktisadi hükümleriydi. Antlaşmanın eki olan ticaret sözleşmesi, 1916 yılında Osmanlı gümrük tarifelerinin beş yıl daha yürürlükte kalmasını ve yeni yasaklar getirilmemesini öngörüyordu. Bu nedenle, 1929 yılına kadar gümrük tarifelerinde artışlar gerçekleştirilememiştir.

1923-29 yılları arasında devlet özel girişimi teşvik etmek için yoğun çaba harcamıştır. Bu amaçla yapılanların başında, devlet tekelleri kurularak daha sonra bunların işletmesini özel sektöre devretmek gelmektedir.

Ayrıca, bu dönemde, milli sanayii geliştirmek için Teşvik-i Sanayi Kanunu ile birlikte çeşitli hammaddelerin ithalatını kolaylaştıran gümrük tedbirleri alınmıştır. Milli bankalar kurularak (İş Bankası, Tütüncüler Bankası ve Sanayi ve Maadin Bankası), İstanbul ticaret ve tahıl borsası açılmıştır. Bu dönemde anonim şirketlerin kurulmaları da kolaylaştırılmıştır. Madenler ve sigara üretimi devletleştirilerek milli üretime dönük bir biçimde işletilmeye başlanmış, şeker fabrikaları için teşvik kanunu çıkartılmıştır. Ancak, bu dönemde, devletin en az düzeydeki müdahaleci tutumuna rağmen, özel sektör istenilen gelişmeyi sağlayamamıştır.

Tüm dünyayı iktisadi açıdan büyük bir çıkmaza sokan 1929 dünya iktisat bunalımı ise liberal iktisat politikalarını izleyen ülkemizi de etkilemiştir. Bu dönemde, Türk parasının değerinin düşmesi sonucu, tarım ürünlerimizin dünya piyasalarında fiyatları düşmüştür. 1924-1929 döneminde GSMH yılda ortalama yüzde 10,9, sınai üretim ise yüzde 8,5 oranında artış kaydetmiştir. Bu sonuç, üretim kapasitesine yapılan ilavelerden çok, geçmişte meydana gelen kapasite boşluklarının kullanılmasının bir sonucudur. Bu dönemde tarımsal üretimde görülen hızlı artış ise, aktif nüfusun savaş sonrasında toprağına geri dönmesinden kaynaklanmıştır.

1930 yılından sonra tüm dünyada, devletçi, müdahaleci ve korumacı politikalara yönelinmeye başlanmıştır. Türkiye de bu doğrultuda hareket ederek, bunalımdan çıkmak ve iktisadi genişlemeyi sağlamak amacıyla çeşitli tedbirler almıştır. Öncelikle, 1930 yılında Merkez Bankası kurulmuş ve Türk Parasını Koruma Kanunu TBMM'de kabul edilmiştir. 1931 yılında ise ithalata kota konulması ve ihracatın denetlenmesi hakkında çıkan kanunla korumacılığın ilk adımları atılmıştır. Yine aynı yıl, Sanayi Kongresi düzenlenmiş, bunu takiben, 1932 yılında iktisadi hayatta devletin denetimini artıran bir dizi kanun çıkarılmıştır. 1933 yılında ise, Sümerbank'ın kurulması ve Mevduatı Koruma Kanunu ile Ödünç Para Verme İşleri Kanunlarının kabul edilmeleri başlıca iktisadi olaylardır. Devlet bu tarihte ilk defa faiz oranlarını belirlemeye başlamıştır.

Devletin iktisadi hayata girişi, doğrudan doğruya devlet işletmeciliğine başlaması, 1934-1938 yılları arasında uygulanan Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı ile başlamaktadır. Bu plan döneminde, öncelikle, büyük kısmı yabancıların elinde bulunan demiryolları, Tramvay, Tünel Şirketi, Zonguldak Kömür Şirketi, İzmir Telefon Şirketi millileştirilmiş ve kamulaştırılmıştır.

Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı döneminde toprak reformu yapılarak tarıma teşvik sağlanmış ayrıca hammaddesi yurtiçinde bulunan malları işleyecek sanayi kuruluşları ile devletçe finanse edilmesi mümkün olan kuruluşların kurulmasına öncelik verilmiştir.

Birinci Beş Yıllık Sanayi Planının başarılı uygulaması ve hedeflere ulaşılması üzerine 1938 yılında İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı hazırlanmıştır. Bu planın uygulanacağı yıllarda II. Dünya Savaşının başlamış olması devletin savaş ekonomisine uygun bazı tedbirler almasına yol açmıştır.

II. Dünya Savaşı dönemine, olası bir tehlikeye karşı savaş ekonomisi uygulanmıştır. Bu çerçevede, hükümete, olağanüstü koşullarda fiyat saptama, özel işletmelere el koyma, zorunlu çalıştırma gibi araçlarla, ekonomiye doğrudan müdahele yetkisi veren 1940 Milli Koruma Kanunu ile, devlet gelirlerini artırmak için Varlık Vergisi Kanunu çıkarılmıştır. Varlık Vergisi Kanunu 1942 yılında gördüğü yoğun tepkiler nedeniyle yürürlükten kaldırılmıştır.

Savaşın bitmesi ve tüm dünyada liberal politikaların etkin olmaya başlamasıyla birlikte Türkiye'de de bazı değişiklikler olmaya başlamıştır. Çok partili sisteme geçişle birlikte başlayan liberal akım, 1945-1950 yılları arasında, Türk ekonomisinde devlet müdahaleciliğinin belirli sınırlar içinde tutulması ve daha liberal bir ekonomi uygulanması yolundaki girişimleri ön plana çıkarmıştır.

1946 yılında yapılan devalüasyon ile TL'nin değeri yüzde 53,6 oranında düşürülerek 1 Amerikan Dolar karşılığı 2,80 TL olarak kur sabitlenmiştir. Bu dönemde yapılan devalüasyonun nedeni, savaş sonrası uluslararası fiyat düzeylerine ve yeni ekonomi politikalarına uyum sağlayarak ihracatı artırmaktır. Ancak, bu devalüasyon istenilen sonuçları vermemiş, ithalattaki aşırı artışlar, birikmiş olan döviz rezervleri ve daha sonra dış yardımlarla finanse edilerek 1953 yılına kadar sürmüştür.

Türk ekonomisini dar kalıplardan ve kısır kaynaklardan kurtarmak için 1947 yılında liberal karakterde bir Kalkınma Planı (1948-1952) hazırlanmıştır. Bu planda özel kesime büyük önem verilmiştir. Planın 1948-1952 dönemi için öngördüğü toplam harcama miktarında en büyük payı yüzde 44 ile ulaştırma almıştır. Bu dönemde ulaştırma sektöründe ağırlık verilen kesim demiryollarından ziyade karayolları olmuştur.

Tarım ve tüketim malları sanayine önem veren, özel girişimin öncülüğünü savunan ve dış ticaret ile kambiyo rejimlerinde serbestleşmeyi öngören bu stratejiler, 1947 yılında üye olunan IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşların görüşleriyle de uyumlu idi. Yine de, 1947 yılından itibaren askeri ve 1948 yılından itibaren ekonomik yardımlar alan Türkiye'nin 1945-1950 yılları arasında reel GSMH'sinde istenilen büyüme sağlanamamıştır.

1950-1953 döneminde gerek tarımda gerekse sanayileşmede önemli gelişmeler sağlanmıştır. Tarımın makineleşmesi, kredi imkanları ve tarım için belirlenen yüksek fiyat politikası ile birlikte iklimin elverişli olması, bu dönemde tarım üretimini artırmıştır. Aynı zamanda, yabancı sermaye girişini kolaylaştırıcı uygulamalar, para arzının artırılması, ithalatın sınırlandırılması ve dış krediler ile yardımlar sayesinde de hızlı bir gelişme gözlenmiştir. Bu dönemde, büyük kamu yatırımlarına ağırlık verilmiştir.

1954'den sonra plansız yatırımların yapılması nedeniyle artan ithalatın finansmanında, dış yardımlara paralel olarak döviz rezervlerinin kullanılması sonucu zorluklarla karşılaşılmıştır. Dış ticaret hadleri aleyhimize gelişirken, fiyatların hızla artması ile birlikte ekonomik büyüme geçen dört yıla göre aynı oranda olmamıştır.

Bankaların tarım ve sanayi sektörüne açtığı kredilerin yükseltilmesi yanında plansız yatırımların yapılması ve 1956 yılında Milli Koruma Kanunu'nun yeniden yürürlüğe konulması sonucunda, fiyatlar üzerinde suni bir baskı yaratılmış, enflasyon körüklenmiştir.

1958 yılında tekrar ekonomik istikrarı sağlamak için sıkı para ve maliye politikaları ve ihracatı teşvik tedbirleri gibi bir takım ekonomik tedbirler alındıysa da enflasyonist gidiş önlenememiştir.

Bu ekonomik koşullarda, siyasi bunalımla birlikte 1960 yılında yeni bir Anayasa hazırlanarak, uzun vadeli bir ekonomik planın yapılması çalışmalarına yeniden başlanmıştır. Bunun için ilk önce 1960 yılında Devlet Planlama Teşkilatı kurulmuştur. Ayrıca, 1958 yılında alınan istikrar önlemleri, 27 Mayıs 1960'dan sonra eskisinden daha sıkı bir biçimde uygulanmaya devam etmiştir. 1962 yılında ise, bir yıl süreli bir plan hazırlanmış ve planın başarılı olması üzerine, bundan sonra, beş yıllık planlar hazırlanmaya başlanmıştır.

1963-1967 yılları arasındaki Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı ile 1968-1972 yıllarını kapsayan İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı ekonomik ve siyasi bunalımların sonunda istikrarlı bir büyüme hızı ve kalkınma sağlanması amacıyla 15 yıllık bir perspektif içinde hazırlanmıştır. Bu iki dönem içinde 10 adet yıllık program da uygulanmıştır. Bu 15 yıllık perspektif içinde başlıca hedefler şöyle sıralanabilir:

- Yılda yüzde 7'lik bir büyüme sağlanması,

- İstihdam sorunun çözümlenmesi,

- Dış ödemeler dengesinin sağlıklı bir yapıya kavuşturulması,

- Her alanda yeterli sayıda ve üstün nitelikli bilim adamı ve teknik eleman yetiştirilmesi,

- Bu hedeflerin sosyal adalet ilkesiyle uyumlu bir biçimde sağlanması.

Bu hedefler çerçevesinde ele alınan Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planının yürürlüğe konulmasıyla, ithal ikameci sanayileşme de yeni bir evreye girmiştir. Sıkı maliye ve para politikaları, kaynakların tam olarak kullanılmasına ve en iyi biçimde tahsisine engel olan enflasyonist ve deflasyonist eğilimlerin gelişmesini önleyecek biçimde tespit edilmiştir. Kamu yatırımlarının, vergiler, kamu teşebbüslerinin yaratacağı fonlar ve dış alemden sağlanacak kaynaklar gibi gerçek tasarruflarla finanse edilmesi öngörülmüştür. Ayrıca, para ve kredi politikaları, özel sektör yatırımlarının gerçek kişi ve kurum tasarrufları ile finansmanını mümkün kılacak biçimde tespit edilmiştir.

Bu planın öngördüğü dönem sonunda Türk ekonomisinde şu gelişmeler olmuştur: Sanayi için yıllık yüzde 12,3 gelişme hızı öngörülmüş, bu oran yüzde 10,6 olarak gerçekleşmiştir. Dış finansman kaynaklarının hedeflenen ölçüde sağlanamamış olması ve tarım kesiminin gelişiminin büyük ölçüde hava şartlarına bağlı bulunması nedeniyle yüzde 7'lik büyüme hızına ulaşılamamış, yılda ortalama yüzde 6,5 oranında büyüme gerçekleştirilmiştir.

Toplam yatırımların GSMH içindeki payı başlangıç yılı olan 1963'te yüzde 18'e yükselmiştir. Kamu gelirleri artmış olmakla birlikte öngörülen seviyeye ulaşılamamış; bu da kamu harcamalarının kısılması sonucunu doğurmuştur. Ödemeler dengesi açığı ise, ihracatın düşünülen seviyenin üstünde gerçekleşmesi nedeniyle plan hedefinin altında kalmıştır.

Bu plan döneminde yatırımları ve ihracatı teşvik amacıyla bazı kanunlar çıkarılmıştır. Yatırımları teşvik amacıyla Gelir Vergisi Kanununa eklenen bazı maddelerle kalkınmada öncelikli yörelerde daha yüksek oranlarda yatırım indirimi uygulamasına başlanmış ve Vergi Usul Kanununa eklenen bir madde ile hızlandırılmış amortisman yöntemine geçilmiştir. Yatırımlarda kullanılacak hammadelerin ithalatını kolaylaştırıcı gümrük indirimleri gibi kolaylıklar sağlanmıştır. İhracatı teşvik için ise, ihracatta vergi iadesi uygulaması başlatılmıştır.

1968-1972 yılları arasında uygulaması gerçekleştirilen İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planını birinci plandan farkı çok kesimli olmasıdır. Tarım, madencilik, imalat sanayi, inşaat, hizmetler ve kamu kesimi tek tek ele alınırken, plan ulusal ve uluslararası kesim olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Bu planın amacı, Türk ekonomisinde hızlı bir gelişme sağlamak ve bu gelişmeyi sürekli hale getirmektir. Ayrıca, bu planın birinci plandan farklı olarak sanayi sektörüne özel bir önem verdiği görülmektedir. İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planında sanayi sektörü, ekonomik büyüme için "sürükleyici sektör" konumuna geçmektedir.

Bu plan döneminde, bir taraftan "ithalat" yerine "yerli üretim" ikame edilirken, diğer taraftan "ara mallar" üretimi önem kazanmıştır. Ayrıca, vergi iadesi, döviz tahsislerine öncelik tanınması gibi ihracat teşviklerine önem verilmiş, ihracatçı birlikleri kurulmuştur.

Birinci ve ikinci planda öngörülen kalkınma hızları eşit olmakla birlikte, Birinci Planda hizmetler kesimi için öngörülen kalkınma hızı yüzde 7,2'den yüzde 6,8'e indirilmiştir. Her iki planda temel sektörlerin payları öngörülen yönde gelişmekle birlikte beklenenden daha düşük seviyede olmuştur. Yatırımların sektörlere dağılımına baktığımızda, ikinci planın imalat sanayi, ulaştırma ve turizm yatırımlarına ağırlık verdiği görülmektedir.

Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı 1973-1977 yıllarını kapsamakta ve onbeş yıllık uzun dönemli bir perspektifin üçüncü kısmını oluşturmaktadır. Türkiye ile AT arasında 1963 yılında imzalanan Ortaklık Anlaşmasının 1 Ocak 1973 yılında kanuni olarak yürürlüğe girmesi ile birlikte gümrük indirimlerinin gerçekleşmesi ve geçen on yıllık dönem içinde ulaşılan sonuçlar ve karşılaşılan sorunlar, özellikle sanayide hedeflenen artış hızının gerçekleştirilememesi, belirli bir yapısal değişikliği zorunlu kılmıştır. Bu yüzden plan onbeş yıllık bir perspektif içerisinde değil, yeniden hazırlanan ve 22 yılı kapsayan yeni bir stratejinin ilk dilimi olarak hazırlanmıştır. 1973-1995 yıllarını kapsayan bu yeni stratejiyle ulaşılmak istenen başlıca hedefler şunlardır:

-GSMH'nin yılda ortalama yüzde 9 dolayında artması,

- Sanayinin milli gelir içindeki payının yüzde 23'ten yüzde 40'a çıkarılması, buna karşılık tarım kesiminin payının yüzde 28'den yüzde 10'a indirilmesi,

- Toplam çalışanlar içinde sanayi kesiminin payının yüzde 11'den yüzde 22'ye yükseltilmesi, tarım kesiminin payının ise yüzde 60'tan yüzde 20'ye düşürülmesi.

Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Plan döneminin belirgin niteliklerinden birisi, başta altyapı olmak üzere, ekonominin darboğazlara girmesidir. Bunun temelinde 1960-1973 döneminde kesintisiz büyümeyi sağlayan ithal ikameci stratejilerin bulunduğu görülmektedir. İthal ikameci politikalar dayanıksız tüketim mallarına (işlenmiş gıda ürünleri, tekstil gibi) yönelik olduğu sürece büyüme devam etmiş, fakat 1960'ların ortalarından itibaren ithal ikameci politikalar dayanıklı tüketim malları (taşıtlar, beyaz eşya...) ve ara mallar (çelik, rafine edilmiş ürünler, petrokimya ürünleri...) hedef alındığında elde edilen sonuçlar tatmin edici olmaktan uzak kalmıştır. Sınırlı iç piyasa ve ihracata yönelmedeki yetersizlik, sermaye yoğunluğu daha yüksek yatırımlardaki artış ve sınırlı kapasite kullanımları, büyüme hızının sürdürülmesini gittikçe daha yüksek maliyetli hale getirmiştir. 1973-1974 yılları arasında dört katına çıkan petrol fiyatları Türkiye'yi derinden etkilemiştir. Ardarda gelen hükümetler, birinci petrol şokundan önce yavaşlama eğilimine giren ekonomik büyüme hızını artırmak için, en azından başlangıçta, genişletici politikalar izlemişlerdir. Kamu sektörü yatırımları hızla büyümüştür. Ancak, aynı dönemde tüketim sınırlanamadığından, bu politika, reel olarak yüzde 8 gibi bir büyüme sağlanmasına rağmen istikrarsızlığa sebep olmuştur.

1970'lerin sonuna doğru ulusal tasarruflar ve yatırımlar arasındaki uçurum genişlemiştir. İthalat, durgun ihracat karşısında hızla büyümüştür. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin dengesi çarpıcı bir şekilde bozulmuştur. Bunun sonucunda bütçe açığı büyümüş ve enflasyonda hızlı bir artış olmuştur. Cari işlemler dengesi önemli ölçüde açık vermiştir. Bu açık, 1977'de GSMH'nin yüzde 8'ine ve döviz gelirlerinin yüzde 92'sine ulaşmıştır. Bu açıklar özel yabancı sermaye ve rezervlerle finanse edilmiştir. Fakat bu finansman şekli, dış borçların artması, borçlanma yapısının bozulması ve konvertibl döviz rezervlerinin azalması şeklinde üç alanda kötüleşmeye neden olmuştur. Bu ekonomik dengesizlikler sonucunda 24 Ocak 1980 Ekonomik İstikrar Kararları alınmıştır.

1980-1982 Yılları Arasında Türkiye Ekonomisi:

Sözkonusu istikrar programı ile, ihracatın ve döviz gelirlerinin artırılması, enflasyonun kontrol altına alınması ve ekonominin dışa açılarak uluslararası rekabet ortamına uygun dinamik bir yapıya kavuşturulması amaçlanmıştır.

İstikrar Programı ile öngörülen başlıca tedbirler şunlardır.

- Döviz gelirlerini artırıcı tedbirler,

- İthalatın libere edilmesine yönelik tedbirler,

- Fiyat oluşumu ile ilgili tedbirler,

- Yabancı sermaye ile ilgili tedbirler,

- İdari tedbirler,

- Para politikası ile ilgili tedbirler.

Döviz Gelirlerini Artırıcı Tedbirler

24 Ocak 1980 tarihinde, Türk Lirası dolar karşısında yaklaşık yüzde 49 oranında devalüe edilerek dolar kuru 47 TL'den 70 TL'ye çıkarılmıştır. 1 Temmuz 1981'den sonra ise günlük kur ayarlamalarına başlanmıştır.

İhraç ürünlerimize dış pazarlarda rekabet gücü kazandırılması ve ihracatta sanayi mamüllerinin payının artırılması amacıyla, yeni teşvikler uygulamaya konmuştur. Bu çerçevede ihracatta vergi iadesi sistemi yeniden gözden geçirilmiştir. İhracatçıların döviz tutma yetkisi (kazandıkları dövizin yüzde 50'sini kendileri ya da diğer üreticilerin girdi ithalatında kullanma olanağı) kapsamı genişletilmiştir. İhracata yönelik üretimde kullanılacak girdilerin ithalatı gümrük vergisinden muaf tutulmuştur. T.C. Merkez Bankası nezdinde "İhracatı Teşvik Fonu" kurulmuş, teşvik belgesi alan ihracatçılara bu fondan kredi sağlanmıştır. Ticari bankaların kredilerinin yüzde 15'ini sınai ürün ihracatında kullanmaları zorunluluğu getirilmiştir. İhracatta kullanılmak üzere yurtdışından getirilen prefinansman dövizlerine, döviz cinslerine göre "Libor" faiz oranları ve azami yüzde 1,25'e kadar "faiz farkı (spread)" verilebilmesine olanak sağlanmıştır. Ayrıca ihracatın artırılması amacıyla serbest bölge, gümrüksüz antrepo kurulması ve işlemlerin kolaylaştırılması yönünde önlemler alınmıştır.

Bu uygulamalar sonucunda ihracat gerek döviz getirisi açısından gerekse miktar açısından üç yılda iki katına yakın artmış, ihracatın GSMH içindeki payı 1979'da yüzde 4,1'den 1982'de yüzde 10,5'e yükselmiştir.

İthalatın Libere Edilmesine Yönelik Tedbirler

İthalatta alınan damga vergisinin oranı yüzde 25'den yüzde 1'e indirilmiştir. 1981 yılında "Tahsisli İthal Malları Listesi" uygulamadan kaldırılmış, I ve II sayılı Liberasyon Listelerinin kapsamı genişletilmiştir. İthalatta alınan teminat oranları düşürülmüş ve tahsili konusunda bazı kolaylıklar sağlanmıştır. Liberasyon listelerinden ithalatçıların 20 bin dolara, sanayicilerin 40 bin dolara, imalatçı-ihracatçıların ise 10 bin dolara kadar olan taleplerinin, ithal müsadesi düzenlenmeksizin, doğrudan yetkili bankalara yapılmasına ve transferlerin de bu bankalarca yerine getirilmesine imkan sağlanmıştır.

Fiyat Oluşumuna İlişkin Tedbirler

24 Ocak kararlarının en önemli ve belirleyici ögelerinden biri fiyat politikalarının piyasa koşullarında belirlenmesidir. Bu çerçevede fiyat denetimi ile ilgili komisyonun görevine son verilmiştir. Kamu kesiminin ürettiği mal ve hizmetlerin fiyatı yüzde 100-400 arasında artırılarak, temel malların kapsamı sınırlanmıştır. Gübre, kömür, elektrik, demir ve denizyolu "yük" taşımacılığı dışında kalan tüm mal ve hizmetlerin fiyatının ilgili kamu kuruluşu tarafından serbestçe saptanabilmesine imkan tanınmıştır.

İstikrar programında iç pazarın rekabete açılmasının gerekliliği belirtilmiştir. Programın belirleyici özelliklerinden biri de işgücü ve sermaye gibi temel üretim faktörlerinin fiyatının piyasa koşullarına göre belirlenmesidir. Ücretler, istikrar programının uygulandığı ilk iki yılda gerilemiştir.

Yabancı Sermaye ile İlgili Tedbirler

Yabancı sermaye girişini özendirmek amacıyla ise yönetimsel ve yasal düzenlemelere gidilmiştir. Yabancı Sermayeyi Teşvik Kararı (6224 sayılı) ve Çerçeve Kararnamesi doğrultusunda daha sonra çıkarılan kararlarla yabancı sermaye teşvik edilmiştir. 1980'de 97 milyon dolar olan yabancı sermaye girişi izni, 1981 yılında 337 milyon dolara yükselmiştir.

Para Politikası ile İlgili Tedbirler

Faiz oranlarının piyasa koşullarına bırakılması ile faiz oranları hızla artmış, 1 Temmuz 1980 tarihinden sonra kredi faizleri ile vadeli tasarruf mevduatı faizleri tümüyle serbest bırakılmıştır.

24 Ocak İstikrar programında hedeflendiği gibi para arzı artış oranı ilk üç yılda giderek azaltılmıştır. Bunda Merkez Bankası kredilerinin önceki yıllara oranla daha az kullanılması etkili olmuştur. Bankalar sistemi aracılığı ile kaynak yaratılmaya başlanmasıyla kamu kesimi yerini özel sektöre bırakmaya başlamıştır.

GSMH içerisinde kamu harcamalarının oranı yüzde 27-28'den, yüzde 20-21 dolayına inmiş, kamu gelirlerinin GSMH'ya oranı da vergi düzenlemeleri sonucu yüzde 18 dolayına yükselmiştir. 1 Ocak 1981'de yürürlüğe giren yeni vergi düzenlemeleriyle gelir dilimleri yeniden düzenlenerek ücretli kesim üzerindeki vergi yükü azaltılmıştır. Sermaye ortaklıkları, kooperatifler ve vakıf gibi kuruluşlardan alınan vergilerde de yeni düzenlemeler yapılarak ortaklıkların pay sahiplerine dağıttıkları karlar üzerinden alınan vergi oranları azaltılmıştır. İhracata yönelik mal ve hizmetleri üretenler ve ihracatçılar için özel istisna ve bağışıklıklar getirilmiştir. Ek olarak, taşınmaz mal alım-satımıyla, dayanıklı tüketim mallarının alım-satım vergisi ve yıllık vergiler artırılmıştır.

1983-1987 Yılları Arasında TürkiyeEkonomisi:

1984 yılında, kur politikalarında esneklik sağlanmıştır. Bankaların, alış ve satış kurlarının, T.C. Merkez Bankası'nca günlük olarak belirlenen esas kurun dövizlerde yüzde 6, efektiflerde ise yüzde 8 altında veya üstünde belirlenmesine izin verilmiş, ancak döviz alış ve satış kurları arasındaki farkın yüzde 2'yi aşmaması şart koşulmuştur. 1985 yılı Haziran ayında ise, bankalar kur tespiti konusunda tamamen serbest bırakılmıştır. Ancak, 1986 yılı başlarında bu serbesti daraltılmış ve bankalar tarafından belirlenecek kurların T.C Merkez Bankası kurlarının yüzde 1 altında ya da üstünde olması öngörülmüştür. 1986 yılının sonlarına doğru kur belirleme sistemi yeniden gözden geçirilmiş ve bankaların, döviz satış kurunda T.C. Merkez Bankası kurunu aşmamak koşuluyla, döviz alış kurlarını sebestçe belirleyebilecekleri açıklanmıştır.

Türkiye, 1985 yılında GATT'ın Sübvansiyon Kodu Anlaşmasını imzalamış ve bu anlaşma gereğince de ihracatta doğrudan teşviklerin azaltılmasına başlanmıştır. İhracatta vergi iadesi oranları kademeli olarak indirilmeye başlanmış ve 1989 yılında vergi iadesi sistemine son verilmiştir. 1984 yılında "Kaynak Kullanımını Destekleme Fonu" kurulmuş, 1986 yılı sonunda ise bu uygulamaya son verilmiştir. 1980 yılında T.C Merkez Bankası nezdinde kurulan "Destekleme ve Fiyat İstikrar Fonu" ihracatın doğrudan teşvikinde en önemli araç olmuştur. 1992 yılı başlarında bu uygulama da son bulmuştur. 1986 yılında yürürlüğe giren "İhracat Reeskont Kredisi"nden dış pazar bilgi ve deneyimine sahip ihracatçı veya imalatçı-ihracatçılar yararlandırılmıştır. Sözkonusu kredi 1989 yılında yürürlükten kaldırılmıştır. "İhracatta Vergi, Resim ve Harç İstisnası" ile "İhracat Karşılığı Dövizlerden Mahsup" şeklindeki teşvik tedbirlerinin uygulaması bu dönemde de devam etmiştir. 1987 yılında tüzel kişiliği aynen devam etmek üzere, Devlet Yatırım Bankasının, özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirket haline dönüştürülerek "Türkiye İhracat Kredi Bankası" ünvanını taşıması hükme bağlanmıştır.

Bu dönemde ithalat rejiminde önemli değişiklikler yapılmıştır. 1984 yılında I ve II sayılı Liberasyon Listeleri yürürlükten kaldırılmış ve tamamen yeni bir sisteme geçilmiştir. Yeni sistemde ithali yasak olan mallara "İthaline Müsaade Edilmeyen Mallar Listesi"nde yer verilirken, ithali izne tabi mallar "Müsaadeye Tabi Mallar Listesi"nde gösterilmiştir. Söz konusu listelerin dışında kalan malların ithali ise serbest bırakılmıştır. Ayrıca "Fona Tabi Mallar Listesi" açıklanmış ve bu listede yer alan malların ithali sırasında alınan fon tutarlarının Toplu Konut Fonu'na yatırılması öngörülmüştür. Daha sonraki dönemlerde ithali yasak mallar, uyuşturucu maddeler başta olmak üzere bir kaç kalemle sınırlandırılmıştır. Benzer şekilde Müsaadeye Tabi Mallar Listesi'nin kapsamı daraltılmış, 1990 yılında ise uygulamadan kaldırılmıştır. 1983 yılından sonra kambiyo rejiminin serbestleştirilmesi konusunda önemli gelişmeler sağlanmış, kısıtlama ve yasakların büyük bir bölümü kaldırılmıştır. Bu konuda ilk adımı 7.7.1984 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu (TPKK) hakkında 30 sayılı Karar oluşturmuş; ikinci ve en önemli adım ise 11.8.1989 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan 32 sayılı Karar olmuştur. 30 sayılı Kararı yürürlükten kaldıran 32 sayılı Kararın bazı maddelerinde de daha sonra bazı değişiklikler yapılmıştır. Bu dönemde kambiyo rejiminde yapılan başlıca değişiklikler şunlardır: Türkiye'ye döviz ithali tümüyle serbest bırakılmıştır. Türkiye'de yerleşik kişilerin döviz bulundurmaları, hesap açmaları, döviz satın almaları serbest bırakılmıştır. Kıymetli maden, taş ve eşyaların, dış ticaret rejimi esasları dahilinde, Türkiye'ye ithali ve ihracatı serbest bırakılmıştır.

Ekonominin tümünü kapsayan bu İstikrar Programı başarıyla uygulanmış ve 1980-1987 döneminde olumlu gelişmeler kaydedilmiştir. Bu gelişmeleri şu şekilde özetleyebiliriz;

1980 yılında reel GSMH büyüme oranı negatif yüzde 2,3 (yeni seri) iken, 1982 yılında yüzde 3,1, 1984 yılında yüzde 7,1, 1985 yılında yüzde 4,3 olarak gerçekleşmiştir. 1986 yılında iç talepteki artış ve petrol fiyatlarındaki düşmenin yarattığı uygun koşulların da katkısıyla büyüme hızı hedefin üzerinde gerçekleşmiştir. Bu süreç 1987 yılında da devam etmiş, 1986 yılında yüzde 6,8'i bulan büyüme hızı izleyen yıl yüzde 9,8 olmuştur. Ekonomik büyüme oranlarında görülen bu artış kamu kesimi yatırım-tasarruf farkının artmasına neden olmuştur. Kamu kesiminin borçlanma gereği ise 1980 yılında GSMH'nın yüzde 8,8'i (yeni seri) iken 1983 yılında GSMH'nın yüzde 6'sı, 1986 yılında GSMH'nın yüzde 3,7'si 1987 yılında ise GSMH'nın yüzde 6,1'i olarak gerçekleşmiştir. Bu dalgalanma, piyasalarda arz-talep dengesizlikleri yaratarak enflasyon haddlerinin yükselmesine neden olmuş ve 1981-1987 yılları arasında deflatör ortalama olarak yüzde 38 artarken, 1988 yılında yüzde 69,7 seviyesine çıkmıştır. Kişi başına milli gelir ise 1980 yılında 1.539 dolar iken 1987 yılında 1.636 dolara yükselmiştir.

1980 yılında yüzde 17,2 (yeni seri) olan kamu gelirlerinin GSMH içindeki payı 1983 yılında yüzde 16,5, 1985 yılında yüzde 13,0 ve 1987 yılında yüzde 13,9 olarak gerçekleşmiştir. 1980 yılında yüzde 20,3 (yeni seri) olan kamu harcamalarının GSMH içindeki payı 1983 yılında yüzde 18,8, 1985 yılında yüzde 15,3 ve 1987 yılında yüzde 17,4 olarak gerçekleşmiştir.

1980'li yıllarda uygulanan liberal politikalar sonucunda dış ticaret hacmimiz hızla genişlemiştir. 1980 yılında 2.9 milyar dolar olan ihracatımız 1987 yılında 10.2 milyar dolara ulaşarak yaklaşık 4 kat artmıştır. İhracatın ithalatı karşılama oranı ise 1980 yılında yüzde 30 seviyesinden 1987 yılında yüzde 72'ler seviyesine yükselmiştir. İharacatımızdaki kompozisyonda da hızlı bir değişim meydana gelmiş ve sanayi ürünleri ihracatı hızla artarak toplam ihracatımız içerisindeki payı yüzde 70'ler seviyesine yükselmiştir. İhracatın pazar açısından analizi yapıldığında ise en büyük pazarın Avrupa Birliği ülkeleri olduğu görülmektedir. Türkiye'nin ithalatı ise 1980-1987 döneminde, 1982 ve 1986 yılları dışında devamlı artmıştır. 1986 yılında ise petrol fiyatlarında meydana gelen düşüşten dolayı azalmıştır. 1980 yılında 7.9 milyar dolar olan ithalat 1987 yılında 14.2 milyar dolara yükselmiştir. İthalatın içerisinde en büyük paya hammadde ithalatı sahip olup, AB ülkelerinden yapılan ithalat toplam ithalat içerisinde ilk sırayı almaktadır.

1978, 1979 ve 1980 yıllarında Paris'te OECD üyesi ülkeler ve Japonya ile imzalanan ertelemeler dış borç stokumuza ek yük getirmiş, bunun sonucunda 1982 yılında dış borç stoku 17.6 milyar dolara yükselmiştir. 1982 yılından itibaren dış borçlar devamlı artmış ve 1987 yılında 40.3 milyar dolara yükselmiştir. 1980 sonrası dönemde, kamu açıklarının Merkez Bankası kaynaklarıyla finanse edilmesinin enflasyon üzerindeki olumsuz etkileri nedeniyle, genelde iç borçlanma yolu tercih edilmiştir. Özellikle 1984 yılından sonra iç borçlar giderek artış göstermiştir. 1980 yılında 721 milyar TL olan iç borç stoku 1987 yılında 17.2 trilyon TL olarak gerçekleşmiştir.

1971-1980 döneminde Türkiye'ye gelen toplam yabancı sermaye tutarı 100 milyon dolar civarında iken, 1980 yılından itibaren hızla artmıştır. 1981 yılında izin verilen yabancı sermaye tutarı 337 milyon dolar iken bu tutar 1987 yılında 655.2 milyon dolara yükselmiştir. 1980 yılında yüzde 8,5 olan hizmetler sektörünün toplam yabancı sermaye izinleri içerisindeki payı, 1987 yılında yüzde 52,9'a yükselmiştir. Fiili yabancı sermaye girişi ise 1980 yılında 35 milyon dolar iken 1987 yılında 239 milyon dolara yükselmiştir.Yabancı sermayeli kuruluşların sayısı ise 1980 yılında 78 iken 1987 yılında 836'ya yükselmiştir.

1980 sonrasında sermaye piyasasında da önemli gelişmeler yaşanmıştır. 1981 yılında 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu yürürlüğe konulmuştur. 1982 yılında Sermaye Piyasası Kurulu oluşturulmuş, 1986 yılı başlarında ise İstanbul Menkul Kıymetler Borsası faaliyete geçmiştir.

1987-1993 Yılları Arasında Türkiye Ekonomisi:

1986-1989 döneminin ilk yarısında ekonomide canlılık, ikinci yarısında ise durgunluk görülmüştür. 1986 yılında iç talepteki artış, petrol fiyatlarındaki düşmenin yarattığı uygun uluslararası koşulların da katkısıyla, ekonominin hedeflenen uzun dönem büyüme hızının üzerinde büyümesine yol açmıştır. Bu süreç 1987 yılında da devam etmiş ve büyüme hızı yüzde 9,8 olarak gerçekleşmiştir. Ekonomik büyüme oranlarında görülen bu yükselme, özellikle kamu kesimi yatırım-tasarruf farkının artmasına neden olmuş ve sonuçta kamu kesiminin borçlanma gereği 1986 yılında GSMH'nın yüzde 3,6'sı iken, 1987 yılında yüzde 6,1'ine ulaşmıştır. Bu durum, piyasalarda arz-talep dengesizliklerine yol açarak enflasyon oranının yükselmesine neden olmuş ve 1981-1987 yılları arasında deflatör ortalama olarak yüzde 38 artarken, 1988 yılında yüzde 72,3 seviyesine çıkmıştır. Yine aynı şekilde, toptan eşya fiyat endeksi bu dönemde ortalama yüzde 35,6 artarken 1988 yılında yüzde 68,3 düzeyine yükselmiştir. İç borç stoku 1988 yılında 28.4 trilyon TL, dış borç stoku ise 41 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir.

1987 yılında Türkiye'nin ihracatı 10 milyar dolar, ithalatı ise 14 milyar dolar olarak gerçekleşmiş ve dış ticaret açığı 4 milyar dolara ulaşmıştır. Bu yıl cari işlemler dengesindeki açık 1986 yılına göre bir düşüş kaydederek 806 milyon dolara inmiştir.

Ekonomideki dengesizlikleri gidermek amacıyla 1987 yılı sonunda kamu tarafından üretilen mal ve hizmetlerin fiyatları önemli ölçüde yükseltilmiş ve piyasalardaki dengenin yeniden kurulabilmesini sağlamak üzere Şubat 1988'de bir dizi önlemler alınmıştır. Bu önlemlerin amacı, Türk Lirası cinsinden tutulan tasarrufların çekiciliğini ve dolayısıyla Türk Lirasına olan talebi artırmak, ithalatı frenlemek, ihracatı tekrar canlandırmak ve kamu harcamalarını kısarak ekonomideki aşırı ısınmayı gidermek şeklinde özetlenebilir. Kamu açıklarını kısmak için kamu yatırımlarının azaltılması, özel kesimin üretim ve yatırım kararlarını da olumsuz etkilemiştir. Faizlerin yükselmesi ise finansman maliyetlerini artırıcı ve üretimi yavaşlatıcı bir etken olmuştur. 1988 yılında reel GSMH büyüme hızı yüzde 1,5 olarak gerçekleşmiştir. Reel GSMH büyüme hızının 1987 yılına göre bu denli düşüşünün en önemli nedeni; sanayi sektörü ve hizmetler sektörünün büyüme hızlarındaki gerilemedir.

Ayrıca KİT ürünlerindeki fiyat ayarlamalarının büyük ölçülerde ve şok biçiminde olması, ekonomideki enflasyonist beklentileri artırmıştır. Böylece ekonomi, 1988 yılının ikinci yarısından itibaren, özellikle imalat sanayiinde belirginleşen bir durgunluğa girmiş ve daralan iç talebin etkisi ile ortaya çıkan tasarruf fazlası 1.6 milyar dolar cari işlemler fazlasına dönüşmüştür. 1988 yılında Türkiye'nin dış ticaretine bakıldığında; ihracatın 11.6 milyar dolar, ithalatın ise 14.3 milyar dolar düzeyinde gerçekleştiği görülmektedir. 1988 yılında cari işlemler dengesinin fazla vermesinde, bir önceki yıla kıyasla dış ticaret açığının önemli ölçüde azalması ve turizm gelirleri ile diğer mal ve hizmet gelirlerinin (yurtdışı müteahhitlik hizmetleri, navlun gelirleri gibi) önemli ölçüde artış göstermesi etken olmuştur. Kamu kesimi borçlanma gereğinin GSMH'ya oranı 1988 yılında yüzde 4,8 oranında gerçekleşmiştir.

1988 yılına kadar bu politikaları başarıyla uygulayan Türkiye, mevcut kurulu kapasitesini artıramaması ve kısa ömürlü sermaye stokunu yenileyememesi nedeniyle dur-kalk diye tanımlanabilecek istikrarsız bir büyüme ortamına girmiştir. 1988 ve sonrasında, ödemeler dengesindeki olumlu gelişmeler dışında, işsizlik yüksek seviyesini korumuş, bütçe açıkları artmış ve buna paralel olarak fiyat artışları hızlanmıştır. 1989 yılında bu gelişmeler paralelinde toptan eşya fiyatları endeksi yüzde 63,9 oranında artarken, reel GSMH büyüme hızı yüzde 1,6 oranında gerçekleşmiştir.

Plan döneminin son yılında, kamunun, alt yapı yatırımlarında belli hedeflere ulaştıktan sonra bu alana yönelik kaynak tahsislerini azaltması, cari işlemler dengesinde elde edilen fazla, yeni bir ekonomik döneme geçişe imkan vermiştir. 1989 yılı bu durumu itibariyle bir geçiş yılı olma özelliğini taşımaktadır. Bu yılda kamu kesimi borçlanma gereğinin GSMH'ya oranı yüzde 5,3'e yükselmiştir. Kamu kesimi borçlanma gereğinin artışının en önemli nedeni KİT'lerin borçlanma gereğindeki artıştır. Ücretlerin yükselmesi, tarım ürünleri stoklarının artması, bütçeden yapılan transferlerin azalması ve bunun yanında artan faiz yükü, KİT'lerin borçlanma ihtiyacını artırmıştır. 1989 yılında iç borç stokunda 1988 yılına göre önemli bir artış olmuş ve iç borç stoku 42 tilyon TL'na ulaşmıştır. Dış borç stoku ise 42 milyar dolar olmuştur.

1989 yılında ihracat bir önceki yıla göre aynı seviyesini koruyarak 11.6 milyar dolar olarak gerçekleşmiş, ithalat ise yükselme eğilimini sürdürerek 15.8 milyar dolar olmuştur. Bu durum dış ticaret açığımızın artmasına neden olmuştur. Dış ticaret açığındaki önemli artışa karşın, görünmeyen işlem gelirlerinde sağlanan olumlu gelişmeler sonucunda cari işlemler dengesi, 1989 yılında da 961milyon dolar fazla vermiştir.

1989 yılında büyüme hızının konjonktürel olarak düşük olması ile birlikte, tarım sektöründen elde edilen gelirdeki artış ve uygulanan bazı tedbirler sonucunda 1990 yılında reel GSMH artış hızı, yüzde 9,4 olarak gerçekleşmiştir. Bu denli yüksek büyüme hızının yanısıra, aynı yıl Körfez Krizi'nin de etkisiyle Ekim 1990'da petrolün varilinin 15 dolardan 31 dolara çıkması, ithalatı önemli ölçüde artırmıştır. Bu gelişmeler sonucunda, 1990 yılında toptan eşya fiyatları endeksi bir önceki yıla göre düşüş kaydederek yüzde 48,6 düzeyinde gerçekleşmiştir. İç talepteki canlılık, 1990 yılında tüketici fiyatlarının, toptan eşya fiyatlarından daha hızlı artmasına neden olmuştur. Bu yıl tüketici fiyatları endeksi yüzde 60,4 oranında artmıştır. Diğer önemli bir özellik ise, bütçe açıklarının finansmanının dış borçlanmanın yanısıra yüksek düzeylerdeki iç borçlanma ile sağlanmış olmasıdır. 1990 yılında iç borç stoku 57 trilyon TL'na, dış borç stoku ise 49 milyar dolara yükselmiştir. Kamu kesimi borçlanma gereğinin GSMH'ya oranı yüzde 7,6 olarak gerçekleşmiştir.

1990 yılı sonunda ihracat 12.9 milyar dolar, ithalat ise 22.3 milyar dolar olarak gerçekleşmiş ve dış ticaret açığı 9.3 milyar dolara ulaşmıştır. Dış ticaret açığındaki bu büyük artış nedeniyle cari işlemler dengesi 2.6 milyar dolarlık açık vermiştir. Ayrıca, petrolünü büyük ölçüde Irak'tan alan Türkiye, boru hattının kapatılmasıyla öncelikle Irak'ın üçüncü ülkelere sattığı petrolden sağladığı navlun gelirlerinden mahrum kalmıştır.

Körfez savaşının olumsuz etkileri sonucunda 1991 yılında büyüme hızında bir yavaşlama görülmüştür. Bu yıl reel GSMH büyüme hızı 1990 yılına göre çok büyük bir düşme kaydederek yüzde 0,3 oranında gerçekleşmiştir. Körfez krizi Ortadoğu ülkelerine yapılan nakliye faaliyetlerini olumsuz etkilemiştir. Yoğun rezervasyon iptalleri sonucunda turizm sektörü durgunluğa itmiştir. Bu dönemde, bankaların kredi faiz oranlarını yükseltmeleri sonucunda kredi talebi ve kullandırılabilir miktarlar azalmıştır.

Yüksek düzeydeki para talebi ve para çekilmeleri de bankalardaki mevduat düzeyinde reel olarak yüzde 9'luk bir düşüşe yol açmıştır. Bu dönemde iç borç stoku 94 tilyon TL, dış borç stoku ise 50 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Kamu kesimi borçlanma gereğinin GSMH'ya oranı da yüzde 10,3'e yükselmiştir. Enflasyon, 1991 yılında da yükselmeye devam etmiş, toptan eşya fiyat endeksi yüzde 59,2, tüketici fiyat endeksi yüzde 71,1 oranında artmıştır.

Körfez Krizi nedeniyle sağlanan hibelerden 1990 yılında 745 milyon dolar, 1991 yılında ise 1.785 milyar dolarlık giriş olmasına rağmen Merkez Bankası rezervleri önemli kayba uğramış, kısa vadeli dış borçların ödenmesinde zorluklar olmuştur. 1990 yılında dış ticarette görülen olumsuz gelişmeler 1991'de tersine dönmüştür. Yıl içinde ekonomideki durgunluk nedeniyle iç piyasanın daralması ve döviz kurlarının bir önceki yıla göre daha hızlı yükselmesi, ihracatı sürekli uyarırken, aynı nedenlerle ithalatta önemli bir yavaşlama meydana gelmiştir. 1991 yılında ihracatımız 1990 yılına göre yüzde 4,9'luk bir artışla 13.6 milyar dolara yükselirken ithalatımız ise yüzde 5,6'lık bir azalışla 21 milyar dolara gerilemiştir. Cari işlemler dengesi ise 258 milyon dolar fazla vermiştir.

Bu gelişmelerden sonra 1992 yılında ekonomide iyileşme belirtileri görülmeye başlanmıştır. 1992 yılında reel GSMH'da elde edilen yüzde 6,4'lük artış hızı, Türkiye ekonomisinin uzun dönemli ortalama kalkınma hızının üzerinde bir orandır. Haziran 1992'de toplanan Üçüncü İzmir İktisat Kongresi'nde de bu gelişmeler paralelinde Türkiye'nin 21. yüzyıla gelişmiş ilk onbeş ülke içinde girme hedefi ortaya konulmuştur. Bu hedefe ulaşmanın temelinin, demokrasiyle birlikte gelişen bir serbest pazar ekonomisi olduğu vurgulanarak dışa açılma politikasından hiçbir taviz vermeden, devletin ekonomiye müdahalesini asgariye indirmenin şart olduğu belirtilmiştir. 1992 yılında Türkiye'nin ihracatı 14.7 milyar dolar, ithalatı ise 22.9 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. 1992 yılında cari işlemler dengesi 942 milyon dolar açık vermiştir. Bu yıl toplam dış borç stokumuz 55 milyar dolara, iç borç stokumuz ise 194 trilyon TL'na yükselmiştir. Kamu kesimi borçlanma gereğinin GSMH'ya oranı da yüzde 10,6 olarak gerçekleşmiştir.

1992'de enflasyon artış eğilimini sürdürmüş ve toptan eşya fiyatları endeksi yüzde 61,4, tüketici fiyatları endeksi ise yüzde 66,0 düzeyinde gerçekleşmiştir.

Altıncı Beş Yıllık Kalkınma Planı'nın dördüncü dilimi olan 1993 yılında, reel GSMH büyüme hızı yüzde 8,1 olarak gerçekleşmiş ve böylece program hedefi aşılmıştır. 1992 yılında 2.708 dolar olan kişi başına ulusal gelir reel olarak önemli ölçüde artmış ve 1993 yılında 3.004 dolar seviyesinde gerçekleşmiştir. Buna karşılık kamu kesimi finansman açığının GSMH'ya oranı yükselmiş, dış ticaret ve cari işlemler açıkları büyük boyutlara ulaşmıştır. Bu yıl kamu kesimi borçlanma gereğinin GSMH'ya oranı yüzde 11,2 olmuştur. 1993 yılında ihracatımızda büyük bir artış gözlenmezken ithalatımızda önemli bir artış gerçekleşmiştir. Bu dönemde ihracatımız 15.3 milyar dolar, ithalatımız ise 29.4 milyar dolar olmuştur. İthalatımızdaki bu artışın başlıca nedeni iç talepteki canlanmadır. Ayrıca, 1993 yılında cari işlemler dengesi 6.4 milyar dolarlık açık vermiştir.

İç tasarruflar reel olarak azalmış, önemli boyutta dış açığa karşı yatırımların GSMH'ya oranı sabit fiyatlarla gerilemiştir. Bu dönemde dış borç stoku 67 milyar dolara yükselmiş, iç borç stoku ise 356 trilyon TL olarak gerçekleşmiştir.

1993 yılında tüketici fiyatları endeksi bir önceki yıla göre yüzde 71,1 oranında artarken toptan eşya fiyatları endeksindeki artış yüzde 62,5 oranında gerçekleşmiştir. Yine aynı yılda konsolide bütçe gelirlerinin GSMH'ya oranı yüzde 17,6, konsolide bütçe giderlerinin GSMH'ya oranı ise yüzde 24,3 olarak gerçekleşmiştir.

1993 yılında TL mevduatlarında bir gerileme gözlenmiştir. Buna karşın, ekonomik faaliyetteki hızlanmaya paralel olarak kredilerde kayda değer bir hızlanma gerçekleşmiş, bu hızlanmada mevduat banka kredilerindeki artış ana etken olmuştur.

Ana Sayfaya Donus

1