Belki de en büyük savaşları kendi içimizde yaşıyoruz, arzularımız korkularımızla çarpışıyor, özlemlerimiz kuşkularımızla vuruşuyor, hayallerimiz acı tecrübelerimizin bize kurduğu pusulara düşüyor, mutluluğa doğru coşkulu bir koşu tutturma isteği en olmadık anda kaçıp gidecek huzurun ihanetinden endişeleniyor.
Özgürlüğe kendimizi bir boşluğa bırakır gibi bırakma dürtüsü, bizim özgürlüğümüzün bir başkasının esaretine yol açacağı tedirginliğiyle bıçaklanıyor, başkasının esaretiyle kuşatılmışken biz özgür olabilir miyiz sorusu büyüyor içimizde.
Geçmişe olan borcumuz geleceği yaratma gücümüzü zayıflatıyor.
Alışkanlıklarımız heyacanlarımızla boğuşuyor.
Kendi kendimizle savaşıp cevaplarını bilmediğimiz sorularla allak bullak oluyoruz.
Bizim isteklerimiz başkalarına acı verecekse, isteklerimizden vaz mı geçmeliyiz, vazgeçmenin bize çektireceği acı, sevdiğimiz birinin çekeceği acıdan daha mı az yaralar bizi?
Sevdiklerimize olan borcumuz ne, peki kendimize olan borcumuz?
Bu hayatı nasıl yaşamalıyız?
Huzuru mu aramalıyız, heyecanı mı?
Yaptıklarımızdan mı pişman oluruz, yoksa yapmadıklarımızdan mı, gelecekte hangisi takılır aklımıza?
Bizim mutluluğumuzun yolu bir başkasının mutsuzluğundan geçiyorsa, değiştirmeli miyiz yolumuzu?
İnsan en büyük savaşı belki de kendi içinde veriyor.
Birbiriyle çelişen duygularımızla hırpalanıyoruz, kimsenin görmediği bir savaş alanı gibi içimiz kendi ölülerimizle doluyor, duygularımızdan hangisi galip gelirse gelsin, patlayan duygularımızla birilerinin vurulacağını biliyoruz artık.
İsteklerimizi, coşkularımızı, özlemlerimizi evcilleştirmeli miyiz, kendi kendimizin avcısı olup kafeslere mi kapatmalıyız ruhumuzu?
Bilinmeyenin bizde yarattığı o çıldırtıcı merakın peşinden mi koşmalıyız, yoksa bilinmeyende saklı olana duyduğumuz korkuyla geri mi durmalıyız?
Ne yapmalıyız, bu hayatı nasıl yaşamalıyız?
Kendimizden başka bir dostumuzun, kendimizden başka bir ordumuzun, kendimizden başka bir düşmanımızın olmadığı bir savaşta, bölünen ruhumuzun hangi tarafının zaferi için uğraşmalıyız?
Hangi tarafı tutarsak tutalım neticede gene de bir tarafımıza ihanet etmiş olmayacak mıyız, ihanetsiz yaratılamayacak bir geleceğin yükünü taşıyabilecek kadar güçlü müyüz?
Kaçsak, gidecek yerimiz yok, kendi kendimize tutsağız, savaşsak vuracağımız, başkalarıyla birlikte gene kendimiz olacağız.
Ayaklanmış duygularımızın birbiriyle vuruştuğu bir savaş yaşıyoruz.
Geçmişten geleceğe ancak savaşla geçebiliyor ruhumuz, geçmişi olanın geleceği savaşsız yaratılmıyor.
Hem mutlu hem huzurlu, hem coşkulu hem korkusuz, hem arzulu hem kuşkusuz olamaz mıyız, geleceği başkalarının hayatlarına dokunmadan, onlarda açılacak yaralarla yaralanmadan yaratamaz mıyız?
Nedir bu savaşın ardındaki sır, hangi büyü bizi bizimle vuruşturuyor, hangi korkunç kader geçmişimizi geleceğimizle çarpıştırıyor?
Huzur, bütün duygularımızı barış içinde tutmaksa eğer, hiç mi huzurlu olamayacağız, biz huzursuzluğa mı mahkumuz?
En korkunç savaşı kendimiz içinde yaşarken, ne yapmalıyız?
Kim akıl verebilir bize?
Kim bize yol gösterebilir?
Savaşa savaşa, her savaşta bir parçamızı öldürerek mi yürüyeceğiz hayatın içinde?
Her mutluluk bir acıdan mı süzülecek?
Pusularla, ihanetlerle, saldırılarla, geri çekilmelerle, mütarekelerle, kaçışlarla, esaretlerle dolu bir savaşı yalnız başımıza yaşıyoruz, kim galip gelirse gelsin bir tarafımız hep yeniliyor.
Yenilmeden galip gelemiyoruz.
Her zafer bir yenilginin izini bırakıyor derinimizde.
Zaferlerimiz kadar da yenilgilerimiz oluyor.
Kendi kendimizle savaşarak yürüyoruz.
Ve savaş, biz bittiğimizde bitiyor ancak.
KENDİ KENDİMİZE SORULAR
Ahmet ALTAN---Karanlıkta Sabah Kuşları