|
İZLENİM
Recai Şeyhoğlu
YALAKA MEDYA DEDİKLERİ
2004'ün sonbaharında Yargıtay Başkanı hakkında öyle çok şeyler yazılıp
çizildi ki...
Önce, başkanın 300 metrekarelik bir villası olduğundan sözedildi. Ertesi
gün 90 metrekare olduğu ortaya çıktı. Sonra, villanın başkana hediye
edildiği... Gene anlaşıldı ki hediye değil! Çünkü malzemelerin faturası ve
ödeme belgeleri var. Yetmedi, bu kez villaya malzemeleri Alaattin
Çakıcı'nın kamyonlarının taşıdığı yazılıp çizildi.
Sonunda, töhmet altında kalan Yargıtay Başkanı için Yargıtay Birinci
Başkanlık Kurulu toplandı ve kararını verdi:
- Herhangi bir soruşturmaya gerek yoktur!
Ardından, 246 üyeli Yargıtay Büyük Genel Kurulu toplandı ve oybirliğiyle
Yargıtay Başkanını akladı.
Yargıtay Başkanına dönük kampanya kof çıktı anlayacağınız. Peki, bu
kampanyayı kim örgütlemişti?
İlhan Selçuk'un 28 Ekim 2004 tarihli yazısına göre, Derin Devlet!
Derin Devlet, malzeme sağlıyor "Yalaka Medya"da çığırtkanlık yapıyordu.
Yalaka Medya, medyanın halkımızca yeni tanımı. Sektörde öyle çok yalaka
var ki, diye düşünüyor olmalı halkımız.
Gazetecilik ya da televizyonculuk önemli bir iş. Güzel bir iş. Ben çok
seviyorum. Keşke, yıllarımı bu mesleğe verseydim. Öğretmenlik yaparken
işimi keyifle yapmıştım. Düşünün ki, öğrencilerime 'Eğer geç kalırsam beni
gelip öğretmenler odasından alın, demiş bir öğretmenim. Öğrencinin vaktini
çalan bir öğretmene hırsız gözüyle, ahlaksız gözüyle bakarım çünkü. Buna
hakkımız yok zira!
Ama 25 yılda sadece bulunduğum ilçeye ya da il'e yararlı olabildiğimi
gözlemlemişimdir. Ya, gazeteci-televizyoncu olsaydım..
İyi bir gazeteci olurdum herhalde. Araştırmayı, okumayı, gezmeyi öyle çok
seviyorum ki...
Öte yandan gazetecilik, halkımızın yakıştırdığı gibi yalakalık işler için
bire bir sıçrama tahtası.
Hani, seçim zamanı ilçe ya da il başkanına gidip, "43 oyum var" deyip de
iş koparmaya çalışan işgüzar oy pazarlamacıları misali, 'gazeteciyim,
deyip kendine ya da yakınlarına çıkar sağlayan pislik tipler için bu
meslek bulunmaz bir iş.
Oysa gazeteci haber peşinde koşmalı, araştırmalı, konuşmalı, gerekirse
riski göze almalı, günün önemli gelişmelerinden sıcağı sıcağına
yurttaşları haberdar etmeli.
Şimdiki kimi gazetecilere bakın. Bakmasanız bile Haber Ekspres Genel Yayın
Yönetmeni Süleyman Gençel'e kulak verin. Anlatsın size onların hangi
çıkarlar adına neler yaptıklarını.
Birinin kızkardeşi Büyükşehir'de yetkili, diğerinin kızı Universiade'de
etkili, bir diğerinin karısı İzfaş'ta Sanat direktörü...Al gülüm ver gülüm
durumları!..
Süleyman Gençel, dizi yazı gibi döktürdü de döktürdü.
Ne gam! Hiçbiri, Büyükşehir-medya ilişkileri başlıklı dizi yazıdan
etkilenmemiş olsa gerek ki utanıp ne istifa eden var, ne de Gençel'e yanıt
veren... Sağır ve kör ayaklarına yatıyorlar.
Çünkü işin ucunda cukka var. Kimse, cukkadan olmak istemiyor. Zamanında
yaslanmışlar Piriştina'nın omzuna (ya da kucağına) gel keyfim gel. Bu
takıma göre rahmetli Piriştina, doğduğu günden bu yana cici. Piriştina
hatasız. Piriştina number one! Piriştina kusursuz bir adam! Hatta İzmir'in
Cumhurbaşkanı!..
İleri Kitabevi'nde Kudret Güven ve Özkan Başer'den duymuştum. 28 tane
basın danışmanı olduğunu. N'apıyor bu bey ya da bayanlar? Söyleyeyim,
oturduğu yerden maaş alıyorlar!
Yalaka medyacılar susuyor tabii ki.. Bilenler, görenler de..
Çünkü bir umut.. Belli mi olur, kendilerine de bir kapı açılır belki.
Eleştirilmeyen Piriştina, bu nedenlerle eleştiril(e)miyordu.
Adamın karısı İzfaş'a sanat direktörü, olmuş. Nasıl eleştirsin ki.
28 Ekim tarihli (2004) Cumhuriyet'i okuyorum. "İzmir'de Cumhuriyet
Coşkusu" başlıklı yazıda o gün ve ertesi gün yapılacak Cumhuriyet
etkinliklerine yer verilmiş.
17 paragraflık yazının bir paragrafında da aynen şu yazılmış. "Özel Deniz
Koleji de Cumhuriyet coşkusunu bugün öğrenci ve veliler ile kutlayacak.
Ayrıca 29 Ekim Cuma günü ulusal basketbolcular Orhun Ene, Levent Topsakal
ile Yıldız Ulusal Takımın katılacağı etkinliklerin ardından "29 Ekim
Dostluk maçı" gerçekleştirilecek.
Şimdi soruyorum, acaba onca ilköğretim okulu ve lise içinde sadece Deniz
Koleji mi Cumhuriyet coşkusunu yaşayacak. Diğer okullar öğrenci ve
velilerle bu coşkuyu yaşamayıp da oturacaklar mı? Niçin Deniz Koleji'ne
öncelik?
29 Ekim tarihli Cumhuriyet'in dokuzuncu sayfasında başlık şu: "İzmir'de
coşkulu kutlama"
10. paragrafta yapılanlara yer verilmiş. Dört sütunluk bu 10 paragraflık
yazının ortasında özelliği olan, fotoğraflı bir başka haber yer alıyor.
Fotoğrafta dört basketçi delikanlı.. Altında tırnak içinde bir başlık:
"Cumhuriyeti kuranlara teşekkür borçluyuz." (Yerden göğe alkışlanacak bir
söz.) Başlığın altındaki yazı tabii ki Deniz Koleji haberi. O güzel söz de
okulun kurucucusu B.B.'ye ait.
Şimdi bir düşünün. Onlarca okulda da yaşanıyor bu coşku. Ama illâ Deniz
Koleji!
6 Kasım Cuma günü ise Deniz Koleji bu kez daha büyük bir haber
olarak(fotoğraflı) Cumhuriyet EGE' de!
İzmirli Cumhuriyet okurları, sayısını bilemiyorum ama bir yıl içinde en
çok haberi yapılan okulun bu okul olduğunu da bileceklerdir.Varsa da yoksa
da Deniz Koleji!
Okulda neler olmuş, kimler ziyarete gitmiş, hangi yazar kitap imzalamış,
ne zaman Ankara'ya gitmişler...
Deniz Koleji özel bir okul. Ama özelliği olan özel bir okul!
Ben, bu okulla ilgili yayımlanmış yazıların 12 tanesini kesip saklamıştım,
İlhan Selçuk'a göndermek üzere..
Maalesef kaybettim. Ama merak eden Cumhuriyet Ege Bürosu'ndan edinebilir.
12 değil belki de 32 yazı bulabilir.
Neden Özel Deniz Lisesi, sorusunun yanıtına gelince...
Çünkü Cumhuriyet Gazetesi Ege Bölge Temsilcisinin oğlu burada okuyor!
Üç sütun üstüne, dört sütun üstüne Deniz Koleji haberleri bundan! Üstelik
çoğu da fotoğraflı.
Temsilcinin, Köy enstitülü bir babanın oğlu olması ise üzüntü ve
sıkıntımızı ikiye katlıyor.
Temsilci olmanın kriterleri nedir bilmem ama eşine, kardeşine iş, oğluna
özel okul bulmak değildir herhalde.
En ciddi denilebilecek gazetede bu sorunlar yaşandığına göre gazetelerin
yeni baştan kendilerini sorgulamalarında bence büyük yarar var. Kamu
görevi yapanlar biraz dikkatli olmalılar'
Yoksa 'Yalaka medya, yakıştırmasından kurtulmak iyice güçleşir.
Söz, yalakalıktan açılmışken aklıma geldi.
Okul bahçelerinin otopark olmaması istenen bir panele katılmıştım. Konak
Belediyesi Kültür Merkezi'nde... Panelistler de, dinleyiciler de okul
bahçelerinin otopark olarak kullanılmasını istemiyordu.
Bu arada kendisine söz verilen İl Milli Eğitim Müdür Yardımcısı böyle bir
şeye göz yummalarının mümkün olmadığını, şikayet gelirse hemen soruşturma
açtıracağını söyledi. Kükrer gibi..
Araştırmacı-yazar olarak, başkan Nejat Saygıner sözü bana verince ben de
İl Milli Eğitim Müdürüne sordum: "Sayın müdür! Gazi İlköğretim Okulu
kentin göbeğinde. Herkes bu okulun bahçesinin otopark olarak
kullanıldığını görüyor. Sizler de.. İllâ size şikayet mi gelmesi
gerekiyor?"
Şovmen müdür yardımcısı gıkını çıkaramamıştı. Oysa çok konuşan biriydi.
Ertesi gün bu paneli ben Yeni Asır'da hemen yazmıştım. (O günlerde Erkin
Usman'ın POTA'sına yazılar yazıyordum.)
Aradan beş dakika geçmedi ki sayın müdür yardımcısına bir gazeteci
yaklaştı. Ne mi yaptı? Elini sıktı ve iki yanağından öptü. Paneldeki
herkes de buna tanık oldu. Neden öptüğünü vallahi bilmiyorum. Şu kadarını
söyleyeyim. Bu gazeteci arkadaş aynı zamanda öğretmen!
Mahçup edilen, zora düşen sayın âmirini zordan kurtarma durumları!..
Bilinen, Osmanlı'dan kalma bir davranış biçimi.. Kim bilir belki de
insanın var olduğu günden bu yana yabancısı olmadığımız bir tavır!
Öğretmen gazeteci deyince aklıma bir başkası geldi. İzmir Milli Eğitim
Müdürlüğü'nün çıkardığı 'Eğitimde İzmirimiz' gazetesinin genel yayın
yönetmeni!
Şu işe bakın ki siz, onu Eğitimdeki İzmirimiz'e öneren de benim! İzmir'in
aydınlık yüzlü milli eğitim müdürü AKP iktidarınca görevden alınınca,
önerdiğim sayın genel yayın yönetmeni ekürisiyle birlikte gazetedeki
görevine devam eder olmuştu. Yayın kurulundaki üç dört arkadaş ise "Biz
çalışmayacağız" diye okullarındaki görevlerine dönmüşlerdi. Genel yayın
yönetmenliği, eğitimin bürokratlarıyla içli dışlı olma durumları, hoşuna
gitmiş olsa gerekti.
Görevden alınan müdür de, istifa etmiş, Özel Ekin Lisesi koordinatörlüğüne
getirilmişti.
O yılın 27 Ekim'inde Özel Ekin Lisesi, Türkiye Yazarlar Sendikası İzmir
Temsilciliğiyle birlikte Atatürk Kültür Merkezi'nde, Cumhuriyetin 80.
yıldönümü şenlikleri kapsamında 'Bir Şiirdir Cumhuriyet, gecesi
düzenlemişti.
Başta AKP'nın atadığı il milli eğitim müdürü, yardımcıları, eski kültür
bakanı (Suat Çağlayan), öğretmenler, yazar ve ozanlar hepsi oradaydı.
Tabii ki gazeteciler de... Eğitimde İzmirimiz'in genel yayın yönetmeniyle
haber müdürü de en önde ve yan yanalar.
Tek sözcükle muhteşem bir geceydi. Dans, şiir, müzik, tiyatro iç içeydi.
İki gün sonra Özel Ekin Lisesi'nin haberi gazetelerdeydi. Ama, geceyi
elinde fotoğraf makinesiyle izleyen, fotoğraflar çeken sayın genel yayın
yönetmeni kasım sayısında 'gece,ye tek satırla bile yer vermemişti
Eğitimde İzmirimiz'de. Daha sonra ki sayılarda da...
1 Mart 2004 tarihli 'Dünden Yarına KARŞIYAKA, gazetesindeki köşemde ben de
demişim ki; "...Nerde bu 'gece'nin haberi?"
Eklemişim, "Milli Eğitimin sayın gazetecileri Türkiye'nin kaygan siyasal
zeminine ayak uydurmaya mı çalışıyorlar?
"
Sergilenen tavrın çirkin olduğunu yazmış ve şöyle bitirmiştim:
"Nerde Cumhuriyetin fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür öğretmenliği?
Eğitimde İzmirimiz fikri esir, vicdanları tutsak ellere kalmış da
haberimiz yok!"
Ya, yeni müdür 'gece,nin haberini istemedi, ya da yeni müdüre yaranma
durumları!.. Yazımda bunu demeye getirmiştim.
Asıl komikliği ise Özel Ekin Lisesi'nin Hilton Oteli'nde verdiği kokteylde
yaşadım.
Yanımda CHP İl Başkanı, İl Milli Eğitim Müdür yardımcısı ve Haber
Ekspres'ten gazeteci bir arkadaş vardı. İl başkanıyla laflıyorduk. Bir ara
solumda beliren sayın genel yayın yönetmenini il başkanına fısıldar gibi
konuşmasına tanık oldum. "Abi, bana dönek diye yazanlar var!" İl başkanı
da bütün sevimliliğiyle bana, "Kim yazıyor bunları Recai ya?.." diye
sordu.
Ben de, "Ben ne yazıyorsam doğrudur başkan!" diye yanıtladım kendisini.
Soluma dönerek ekledim. "Yazdıklarım yalandıysa ne diye tekzip etmedin?"
"Değmezdi" diye yanıtladı sayın genel yayın yönetmeni.
İçine oturmuş olsa gerek ki, bir başka gün de sigortacılık yapan abime
şikayet edilmişim.
Oysa ben kendisine dönek mönek dememiştim. Yaptığı işin döneklik olduğunu,
o benden daha iyi biliyor olmalıydı.
Devam edelim..
Gazetenin birinde, "Yanlış yaptınız sayın Piriştina!" diye Büyükşehir
Belediye Başkanı Ahmet Piriştina'yı eleştirmiştim. Sosyal ve Kültürel
İşler Daire Başkanlığına, bu işin bir bilenleri olmasına karşın ne diye
bir sporcuyu (Semra Aksu) getirdiğini sormuştum.
Yazının yayımlandığı günün akşamı, Ege Palas'taki Cumhuriyet gazetesinin
verdiği resepsiyondaydım. Yanımda o günlerin vali yardımcısı Ramazan
Urgancıoğlu, Aliağa Belediye Başkanı Hakkı Ülkü, Konak Belediyesi Kültür
Müdürü Salim Çetin ve şair Veysel Gültaş vardı.
Bir şair arkadaş beni görünce, "Haa! Recai de burada.. Gel,bak seni kimin
yanına götüreceğim.." dedi.
Salonun tam köşesinde bir yere geldik ki, sırtı bana dönük
ekonomist-şair-yazar (..........) Ahmet Piriştina'ya aynen şöyle diyordu:
- Efendim,siz yanıt vermeyin. Ben vereceğim yanıtını ona!
Piriştina, benden (tabii ki yazımdan) hiç hoşlanmamış olacak ki, "..İşte
Recai Şeyhoğlu" diye tanıtılmamdan hemen sonra Erdal İzgi'yi kolundan
tutarak ayrıldı aramızdan.
Çok gariptir, yazımdan rahatsız olan öyle çok kişi vardı ki.
Piriştina eleştirilirmiymiş hiç.. Ne demek istiyormuşum..
Ama;yürekli, iki dost çıktı o günlerde karşıma. Ünal Ersözlü ve Veysel
Gültaş! Üstelik Ünal, Piriştina'nın basın danışmanıydı. (Onları
sevgiyle-saygıyla anıyorum)
Ben zannettim ki ekonomist, şair, yazar olan basın danışmanı.. Çünkü
konuşması ona benziyordu. Piriştina'ya söyledikleri halâ kulaklarımdan
çıkmıyor. "Efendim siz yanıt vermeyin. Ben vereceğim yanıtını ona."
Çevrenize bakın.. Bunlardan çook göreceksiniz. Alkışlayanları da..
Ama halkımızın gözünden kaçmıyor bunlar.
Neydi o sözcük sahi?
|
ismetbaytak@hotmail.com
ismetbaytak@kuzeyege.net
bergamaturkey@yahoo.com
kuzeyege@yaoo.com
|