HİLMİ YAVUZ
(1936)
DOĞUNUN SEVDALARI (I)
sevda derinlerdedir, oysa ferhâd
üstünü kazmada dağınkalbimin, yâni o yağmur
ve acıdan ocağın
madenini, lâciverdî ve mahmur
bir ağrıyla delmede
şiirin
ve aşılmaz, en derin
bir şiirin yurt edindiği
billûr bir köşke girmede
leylâve mecnunun, yâni o çölden
ve ağıttan otağın
önünde, bir adak gibi
ölüme diz çöktürmede
leylâ
ve yakut, şafak ve irin
ile emzirdiği bir güzün
boynunu vurmada
şirin
sevda derinlerdedir, oysa ferhâd
üstünü kazmada dağın
DOĞUNUN SEVDALARI (II)
ay kanar, sevda akar, bir dağ
bir dağ kendini delersesesini yangına verse
o dağdır acıların külhanı
ve usul uçan şahin
kanadında bir çerağ
ve kalbim bir şehrâyin
gibi kendinde yananı
alıp hasrete giderseay kanar, sevda akar, bir dağ
bir dağ kendini delerseakşam ki pekmezle yanıp
korkunç bir ipek humması
ateşi kükreten, vahim
ve kolsuz tecrid hırkası
gibi kendini kuşanıp
ölüm, bir yaz kadar hain
alıp başını giderseay kanar, sevda akar, bir dağ
bir dağ kendini delerse
DOĞUNUN SEVDALARI (III)
sen ilkyazı önce kendinde oluştur
ve sonra büyüt hiç solmayanıbir dağ ki kendinden umulmayanı
seni yüzünde devşirip birden
ve en hoyrat, en sevecen
gözlerin ağır bir suçtur
ve benim kalbimi yeniden yazabilmek için
el aldığım çok olmuştur
eski fütüvvetnâmelerdensen o ki dokunuşların
ve acının derin bahçıvanı
sevda, belki bir susuştur
ve kimbilir, nasıl ve nerden
gelen bir türküyle duyulmayanı
bir soluk güldür, ki duyurmuştur
esik fütüvvetnâmelerdensen ilkyazı önce kendinden oluştur
ve sonra yürü yol olmayanı
BEDREDDİN ÜZERİNE ŞİİRLER
I.
bedreddin
mübalâğa akşam olurgüz, neftî dolaklarını kuşanır da gelir
yaprağın feterete düştüğü zaman
sen en yaz günlerini
top top ak çuhaya tebdil eyleyip
ve bir solgun gülümseme olarak
eğnine giyen şamanbuyur otur
şeyhim
samanyollarının ılık sedirine uzan
uzun, görklü ve sof
yüzünü bizden yana döndür
bize buğdayın ateşini
gözlerinin timârını
ve hüznün vâridâtını anlatelini elimize dokundurmadan
sen ki öldüğü yere
bir kök sümbül bırakır gibi
usulca sevdalar bırakan
ovaların ve kartalların musahibi
ne zaman diye sorma, ne zaman
yaprağın fetreti gülün kıyâmına
gülün kıyâmı ağacın isyanına
dönerse işte o zamanmübalâğa akşam olur
güz, neftî dolaklarını çıkarır da gelirelini elimize dokundurmadan
KALP KALESİ
kalp kalesi! ben sana
sürgün, sen bana hüzün
dayanır mı hüsn ü aşk bu
kırgındır yollar döndükçe
burçları bengisuyunda Aşk'ın
ve kimbilir hangi soyunda güzünkalp kalesi! sen yaşlı Söz'ün
kopar zincirlerini
hem oğlun hem mahpusun
olan Söz bu! hem gece
hem gündüzün kanadını aç
atım, geç ateşi ve... Hüsünkalp kalesi! her dize
bir gizli bahçedir
sevda senin hisarın
âh çeken kılıcın
bir düğüm olan adın
sonunun başındadır yaz
ve güller çözülsün
TAFLAN
ne zaman dinecek, ne zaman
bu taflan, bu taflan?ey uçurum gözlü sevgilim!
ne zaman baksam
bir hiçlik tadı
ve ağzından
yıldızlar uçuran
ergin, yeşil ve yabanıl
bir yaz gecesi gibisin
yüzünde yolların gülüşü
ve yaz göğüne ilişkin
bir esenlik üretiyorsun
geçip giden fırtınalardaney uçurum gözlü sevgilim!
ne zaman baksam
aşkların büyük yarlarıyla
kuşatılmış görüyorum kendimi
safranve ezilmiş yazlardan
bakışlarının kıyısız
açıklarına
gurbet ve cevahir taşıyan
bir gülüş söylencesi
geçer bir yazdan ötekine
derin anlatılardaney uçurum gözlü sevgilim!
ne zaman baksam
bir dağın yırtmacından
ince bir dere yatağı
gibi kayan
yeşil tenini görüyorum
akşam
nasıl da yakışıyor yüzüneve sanki bir kayalığın içinde
durmadan kendi kendini oyan
bir ferhâd gibiyim ben
ya da pusuda, karanlık
bir destan gibi
hem solan hem solmayanne zaman dinecek, ne zaman
bu taflan, bu taflan?ey uçurum gözlü sevgilim!
SİZE BAKMANIN TARİHİ
size bakmanın tarihi! siz
bir gonca kadar kendiliğinden
yazılmış olmalısınız
derin, korkunç ve ergen
kalbim, sevdalara sığmayan kalbim
bir dağı içeriyor geçerken
siz o dağa sanki kış
ve sanki bıldır yağan karsınız
umarsız sözcüklere bulanmışsize bakmanın tarihi! siz
bir keteni köpürten yaz
ve inanılmaz
yalnızlıklarsınız; sadece
sizin olan o vahim, o beyaz
ve kuytu gurbet sesleriyle
işlenmiş yazdıklarınız
ve yanık, kavrulmuş dizelersiniz
kimbilir hangi sevdalara dolanmışsize bakmanın tarihi! bir
kalbime güvensem sizi hep
okurdum ben... ama nedense
hep aynı hüzün ve
hep aynı tutkuyla
bakmayı bilmediğinden, ne yapsam
bir ilenç, bir kargış
gibi ardımsıra geliyor şairliğim
o solgun yolculuğa adanmış
LAVİNİA İÇİN SONNET
sana da yas yaraştığı söylenir, öyle değil!..
birden bir dal kırılır, hani düşer ya suya,
sen o akarsusun... akma!.. kendine eğil,
orda gördüğün dalı,. ey solgun lavinia,
sanki tanır gibisin... belki eski yerinden
göçmüş bir yaz sözünde unutulan zakkumu
usulca büyüttündü, akarak ta derinden;anımsa, öpüşlerdeki taşı, çakılı, kumu...
nerde bir yaz olduysa o dalı taşır şimdi;
âh! al götür, al götür... bırakma bir kuytuda;
sen onu bıraktıkça ona yaraşırım şimdi
yas... ansızın köpüklerle sevişen bir duyguda...
kırık... o yaz aynalarda durulsun diye güyâ
sana yas değil elbet, yaz yaraşır lavinia...