MURATHAN MUNGAN
(1955)

DİYALEKTİK MUTSUZLUKLAR
bir uzak sabah denizidir gittiğin kapı
ellerinde rüzgârın taşınmaz çamurları var
köpürmüş soylarımı toplarken çürüyen yanlarımdan
inan batmış şehirler gibi onarılmaz anılar
gözlerinde unuttuğum o eski aciz miras
almaya gelsem soluğumda dalgın yosun kokusu
biliyorum artık hiçbir gemi beni taşımaz
ve yeniden büyür içimde mağrur bir zakkum gibi
terkedilmek korkusu

susarsın bir silahsızlanma akşamı
susardın dudaklarında ıslıklar kanar
öpülmez dudakların ıslık yarası
mavzerdir dokunmalarım kirvem bilirsin
öpemem, öpersem tekmil bir aşiret tragedyası

hüznünü ver bana yeter, gizli hüznünü
kolları bağlı hüznün olsun dört yanım
ırağına vurma beni kirvem, ağlarım, delirirsin
sonra derler haklıdır sevdası
geç olur ki artık onarmaz rakılar
geç olur bir yaraya rakının dağılması

sen denize sırtını dönen uykusuz dağlı
gemiler nerde (ki çoğu hüviyetidir melankolinin)
nerde aykırı mavzerler (onlara sığdıramazsın ki öfkelerimi)
barut esmeri tenine sevdalarımı sürdüğüm
nasıl taşıdın bunca yıl delirmiş saçlarında
o eski şark yelini
biliyorum dokunsam parmaklarım kırılır
dokunsam eşkiya uykusuzluğu çetin silahlar gibi.


YAZ BİTTİ
yazın bittiği her yerde söylenir
söylenmeyen şeyler kalır geriye

ve sonra hiçbir şey olmamış gibi
ağır, usul bir hazırlık başlar
uykuya benzer yeni bir mevsime

orda burda, ev içlerinde, kır kahvelerinde, deniz kenarlarında
incelen yazın akşam esintilerinde
zaman usulca sıyrılır aramızdan
ta içimizde duyarız gelecek günlerin geçmişini
başka ne gelir elimizden
büyük bir uzaklığa gülümseyerek
geçiştiririz
ıskaladığımız şeyleri

yatıştırıcı rüzgârlar
dışavurur içimizdeki lodosu, poyrazı, günbatımlarını
saklar bizi
gözlerimizdeki hüzne "dinginlik" adını verir
"seni iyi gördüm", diyenler
biz de iyi hissederiz kendimizi
elimizden başka ne gelir ki

köşe başları, akşamüstleri, kokular
tozar gider zamanın boşluğunda
karışır anların kuytu belleğine
belki sonraları bir gün
hatırlanır aynı kederle
yazın bittiği her yerde söylenir
söyleyenler inanır bir şeylerin sahiden bittiğine
yaz biter
eskir geceler, serin, hüzünlü
yeni mevsime hazırlık: ömrün teyel yerleri
bir yanı telaş, bir yanı ürperten yaz sonu ikindileri
çıkarır sizi dalgın derinliğinizden
yaşadığınızı duyarsınız teninizde
bir zamanlar okumuş olduğunuz kitapları özlersiniz
sıcak odaları, beyaz, temiz yastıkları
ahşap pancurları
yaz bitti
bitmeyen şeyler kaldı geride

yaz bitti
yaz bitti
yüksek sesle söylüyorum bunu kendime
her yerde söylendiği gibi
yaz bitti
yaz bitti
hiçbir şey hiçbir şey
hiçbir şey
yalnızca üşüyorum şimdi


AURA
bir sis bırakır ardında bazı kadınlar
ömre dağılan bir sis
tozlu bir ışık demetinin içinde
gümüş çakımlar gibi hatırlanan
hem cam hem çelik hem tül
çekim alanlarının fiziğini
gizemli şiirler, büyülü dumanlarla
değiştiren
beyaz rujlu aura
aldanmalar diri tuttu bizi
gerdanlarımızda inci avcıları geceler boyu sürek
pus bir iklim olarak ele geçirdi benliğimizi
ölümsüz olduk ilk hasardan sonra

beyaz ruj, mendillerde verem aynalarda elveda...

isli çay içen, akşamüzeri
yağmur ormanları sözünü güzel bulan, bir anı
kendine yabancı duygularla oynamayı seven, bir tutum
sis, toz, ışık, gümüş olarak duruyordu
diğer somut varlıklar arasında
kendi aurasıyla
işte bu da onlardan biri, dedim, daha önce bir şiirimde sözünü
ettiğim,
benim de başka şiirlerden tanıdığım o kadınlardan,
odaları başka hayatlara başka kapılarla kapanan

yünse, karanlığın yünü
yağmursa, dağılmış prizma
aşksa, herkeste bekleyen soru
ve yazılmamış mektupların kumları içinde
uzak dokunuşlar...
küçük bir taşın yıllara dağılan
sudaki halkalarıyla
gelir sizi bulurlar
çekildiğiniz güneşi azalmış avlularda
yüzünüzde yarım bir ışık
yıllar sonra kalakalırsınız

çünkü yıllar bu kadınlardan hiçbir şey alamaz artık
bir sis gibi yaşarlar
başkalarının hayatları içinde
onlarla çınlar cam, tüller erir metalsi bir sessizlikte
şiddet değil süreklilik olarak
yıllar sonra sorulmuş bir soruya
erken verilmiş bir karşılık olarak
büyüyen bir ağaçta yer değiştiren bıçak izi gibi
yok olmaz acı yalnızca yer değiştirir zamanla
kaplanmış boşluk, bilenmiş dönemeç
seyrek karşılaşmalarda yitirilmiş
ruhun bütün imkânları adına
ilk hasarda ödenmiş bedel
puslu aynalarda
ruj
bembeyaz bir elveda...

hayat dalgınlaştıkça
an derinleşir maziye
ölümsüzlük tozanlarıyla...
geriye sayım başlar
aşk ışınlanmaktır artık
yitirilmiş somutluklara
avludaki güneş, camdaki gölge
aşk ya da aura


GÖÇEBE
Birbirinde arınan iki nehir gibi
Birbirimizden geçerek
Çıktığımız açıklık
Ruhlarımızı yeniden bölüştürüyordu bedenlerimize
Uçurum içini çekiyordu
Orman fısıldıyordu
Kumlarını silkeleyen göçebe bedenin
Yeniden düşüyordu yola
Görünmezin atlarıyla uzaklaşıyordun
Erkekliğin sütunu bıraktığın
Tuzlu dudaklarım
Ardından bi şiiri mırıldanıyordu sana

Uçurum, orman, ay ve bedenindeki birkaç işaretle
Zamana geçirilen dayanıklı söz, o gece
Ardından mırıldandığım şiir
Şimdi başkalarının dudaklarında göçebe

ANA SAYFAYA - BACK




1