Zaman ve uzayın sınırsız yapısı, "gerçek"in tanımını deneyimlerimizden bağımsız olarak yapamıyacağımızı göstermektedir. Gerçeğin temel özelliğinin bilinememezlik olması onu kuramsal olarak tam olarak algılanamaycağı prensipini getirmektedir. Fiziksel gerçeğin ifade edilebileği bir düşünce sisteminin kurulması onun evrensel olarak algılanması için temel olacaktır.
Olaylar karşısında tepki vermekten algılamaya geçiş ve bu olayların bir düşünce sisteminde değerlendirmesinin koşulları nedir? Olayların birbiriyle çelişen karakterini düşünce sistemimizden yalıtabilirmiyiz? Gerçeği, deneyimler ve varsayımlar birikimi olarak soyutlamak algılama sorununu ortadan kaldırabilir mi? Bu birikimi yapılandıracak düşünce sisteminin oluşturulması deneyimlerden bağımsız olarak mı yapılmalıdır? Yoksa deneyimlerin ve varsayımların iç dinamiğinin düşünce sisteminin temelini oluşturmasına izin mi verilmelidir?
Fiziksel etkileşimin algılamaya dönüşmesi için varsayımlarımızdan yararlanmak gerektiği ortaya çıkmıştır. Bu nedenle her algılama sürecinin sonucunda elde edilen informasyon önceden kazanılan informasyonun izlerini taşımaktadır. Dolayısıyla değişik deneyimlerden özümlenen farklı varsayımlar gerçeğin farklı algılanmasına neden olmaktadır. Ancak bu durum aslında gerçeğin algılanmasında temel yöntem olarak düşünülmelidir. Örneğin kendimize bir soru sorduğumuzu düşünelim.
Görüldüğü gibi gerçek ve varsayım arasındaki çizgi çok incedir. Bazen gerçeği varsayımlarımızın bir parçası olarak görmek onu anlamamızı kolaylaştırabilmektedir. Sanal (varsayılan) gerçeklik yani virtual reality etkileşimleri varsayımlar uzayına taşımakta ve algılama dolaysız olarak gerçekleşmektedir. Burada hayali bir düşünme sistemi oluşturmak suretiyle varsayılan gerçeklik uzayının sınırları ortadan kalkacabilecektir. Sanal gerçeklikte algılama sadece sahip olduğumuz duyular ve beyinsel faaliyetlerin dışına çıkabilmekte ve daha önce algılayamadığımız olaylar varsayılan duyular ile varsayılan zeka ile tasavvur edilebilmektedir.
Varsayımlanın gerçeğin algılanmasındaki rolünü bir örnekle açıklayalım: Daha önce ayna ile karşılaşmamış bir kişi bir aynanın yanından geçerken gördüğü yansımasına selam verebilir. Ancak tekrar bu taklitçi kişiyle karşılaştığı zaman onun hatırını sormak isteyecektir. Burada kazanılan informasyonun geçerliliğinden çok kullanılabilirliği önem kazanmıştır. Belki üçüncü bir karşılaşma camın arkasındaki kişinin bir yansıma olduğunu ortaya çıkaracaktır. Tabi aynanın daha önce asabi bir kişi tarafından kırılmış olması da muhtemeldir.
Bazen kazanılan informasyonun niteliği buna ilişkin algılamanın geçerliliği için kriter olabilir. Yine bir örnek verirsek istasyonda metroyu beklerken uyuya kalan bir kişi rüyasında kendisinı aynı yerde ve aynı zamanda beklerken görebilir. Bu durumda uyandığında hiç uyumamış olduğunu düşünmesi çok normaldir. Ancak bir anda etrafındaki insanların kaybolmuş olduğunu fark etmesi ile bir zaman diliminin algılanmadan geçtiğini anlayacaktır. Belkide bütün bunları uykuya daldığı çok kısa bir zaman diliminde düşünecek ve hayali olarak geçen zamanı geri döndürecek ve uyandığında bunu yaptığına çok sevinecektir. Çünkü uyurken kaçırmış olduğu tren bir kaç dakika sonra istasyona varacaktır.
Genelde algılamada karşılaşılan temel problem, etkileşimin zaman ve uzayda sürekli olması, ancak kazanılan informasyonun zamandan bağımsız olarak düşünülmesidir. Bu durumda fiziksel gerçeğin algılanmasında bu kazanılan informasyonun her zaman geçerli kalıp kalamayacağını ve ancak kalabilirse fiziksel gerçeğin algılanmasının mümkün olabileğini kabul etmemiz gerekir. Ancak geleceğe doğru bir projeksiyon yapılamaması nedeniyle bu mantık kendi içinde çelişki yaratmaktadır. Buna en iyi örnek hava tahmin raporlarının tarafımızdan değerlendirilmesidir. Örneğin rapor bir hafta sonra sağnak yağış bildiriyorsa hafta sonu planladığımız açık hava etkinliğini şimdiden iptal mi etmeliyiz? Ya da bu raporlar hiç tutmuyor diye itibar etmemelimiyiz? Bir de, iki ayrı meteoroji istasyonunun farkı tahminler yapması işleri iyice karıştırmaz mı?
Aynı etkileşimin farkı bilgi tabanları referans edilerek farklı olarak algılanabilmesi görünüşte fiziksel gerçeğe ulaşmamızın mümkün olmayacağını göstermektedir. Ancak fiziksel etkileşimin bizim algıladığımızdan daha fazla boyuta sahip olabileceği, onu değişik açılardan farklı görebileceğizi göstermektedir. Eğer iki göze sahip olmasaydık üçüncü boyutu dolaysız algılayabilecekmiydik? Aynı şekilde, zaman boyutunu algılamamızdaki karmaşıklık nedeniyle algılama kavramını zamanın boyutuna integre etmek güçleşmektedir. Ancak insan duyularının zamanı algılamasındaki güçlük kaydedici cıhazların yardımıyla aşılabilmektedir. Bir olay kaydedilmek suretiyle defalarca tekrarlanabilmekte, zamanın doğal ilerleyişinin ve yönünün belleğimizdeki aksine müdahale edilebilmektedir. Böylece algılamanın nasıl aşamalı olarak gerçeklebileceği yani zamana bağımlılığı ortaya çıkmaktadır. Kayıt cıhazları ayrıca başkalarının deneyimlerini ve elde ettikleri sonuçları bize dolaysız olarak aktararak onları zahmetsizce kendi deneyimlerimiz haline getirmektedir. Örneğin bir Süpermen filmini seyrettikten sonra kendimizi iki kişilikli bir gazeteci olarak hissetmemiz böyle açıklanabilir.
Özetlersek, etkileşim gibi algılama ve kazanılan informasyon da zamanda süreklidir. Her aşama gerçeğin bir parçasını daha algımamamızı sağlamakta ve bir sonraki aşama için varsayımlarımızı tazelemektedir. Hava tahminlerinin amacı da budur. Tahminimiz ne kadar geleceğe ilişkin ise o kadar hatalı ama o kadar da zaman kazandırıcı ve değerli olabilir. Daha kesin bir tahmin istiyorsak çok uzağa projeksiyon yapmamamız gerekir. O halde gerçeği algılamanın yöntemi ona sürekli olarak yaklaşmaktır. Eğer önceki deneyimlerimizi iyi değerlendirebilirsek ve doğru mantık yürütebilirsek gerçeğe hızla yakınsayacağımız kesindir. Şehirde adres aramak için kullandığımız yöntemleri niçin gerçeği bulmak için kullanmıyalım?