BARIŞ, ÖZGÜRLÜK VE MERHAMET PEYGAMBERİ HZ. MUHAMMED-1
Kitle iletişim araçlarında ve basın/yayın organlarında hemen her gün yeryüzünün çeşitli yerlerinden savaş haberleri, adam öldürme, ırz ve namusa tecavüz, hırsızlık, soygun, çocuk kaçırma, bombalamalar, işkence ve katliamları, soykırım/etnik temizliği, din ve vicdan özgürlüğü üzerindeki baskıları içeren korkunç insan hakları ihlallerine dair haberler yer almaktadır. Bütün bunlar, insan haklarını savunan ulusal ve uluslar arası örgütlerin her geçen gün güçlendiği ‘çağdaş ve medeni’ dünyanın gözleri önünde cereyan etmektedir. Devlet adamları, siyaset bilimciler, sosyologlar, ilahiyatçılar, din mensupları, sivil kitle örgütleri, artarak devan eden terör ve şiddetin kaynağı, bunu işleyenlerin psikolojileri ve çözüm yolları üzerinde uzun uzun düşünmekte, araştırmalar yapmakta, raporlar hazırlamakta,,konferanslar, uluslar arası sempozyumlar ve diyalog toplantıları tertiplemekte, pek çok makale ve kitaplar yayınlanmaktadırlar. Günümüzdeki terör ve şiddet olaylarının, soy kırım ve etnik temizliğin kaynaklarından birisinin de dini veya din adına yapılan şiddet olduğu sık sık vurgulanmaktadır. Ancak Hıristiyanlık, Yahudilik, Hinduizm gibi din mensuplarının gerçekleştirdikleri şiddet ve insan hakları ihlalleri görmezlikten gelinerek dini şiddetin asıl faturasının İslam’a ve onun inanırlarına çıkarılmaya çalışıldığı gözden kaçmamaktadır. Belki böyle bir kanaatin oluşmasında başta İran, Afganistan, Cezayir, Tacikistan ve son olarak ABD’deki terörist saldırı etkili olmuştur. Fakat bunların arkasında yatan tarihi, siyasi, sosyolojik, psikolojik, etnik ve diğer bütün nedenleri bir kenara bırakarak olayları sadece dini boyuta indirgemenin yanlış olduğu kanaatindeyiz. Bu nedenle din olarak İslam’ın bir barış, özgürlük ve merhamet dini olduğunu onun peygamberinin de bu insani ve evrensel değerleri yerleştirmek, yüceltmek ve kurumlaştırmak için gönderilen bir insan olduğunu, bütün yönleriyle olmasa da genel hatlarıyla ortaya koymaya çalışacağız.
1. İslam’ın Barış Dini Olması Sözlükte, barış, huzur, teslimiyet, esenlik, mutluluk, inkıyat ve gönülden benimseme anlamına gelen İslam, bir din olarak şu şekilde tanımlanmaktadır:”Akıl sahiplerini, kendi iradeleriyle doğruya ulaştıran ve onlara dünyada mutluluğu, ahirette de ebedi saadeti temin eden ilahi bir kurumdur.” Bu tanım tahlil edildiğinde, yer alan temel unsurlar şunlardır:
a)Akıl sahiplerine gönderilmesi,
b)Doğruluğu kesin olan şeyleri ihtivaya etmesi,
c)Hür ve özgür iradeyle seçilmesi,
d) Zor ve şiddet altında değil de gönülden benimsenmesi,
e)İnsanları dünyada barış ve mutluluğa ulaştırması,
f) Ahirette ebedi saadete kavuşturması,
g)İlahi kaynaklı olması.
Bu temel unsurlardan oluşan bir dini kabul eden, onun ilahına inanan ve peygamberini doğrulayan kimsenin adı mümin ve Müslüman olmaktadır. Böyle bir insan, inancını gerçekleştirirken ve İslam’a girerken önce kendisiyle, yani aklı ve gönlüyle, daha sonra Allah’la ve onun yarattıklarıyla barışık olmalıdır. Demek ki Müslüman olabilmek için, önce kendisi huzura kavuşmalı, kendini emniyette hissetmeli, sonra bütün insanlara güven telkin eden, onlara eliyle ve diliyle zarar vermeyen bir kimse olmalıdır. Zaten bunları gerçekleştiren kimse mümin vasfını kazanmaktadır. Kelime-i Şahadet ve Kalime-i Tevhid, bir başlangıçtır. Çünkü bununla insan, gerçek insan olacağına, aklına ve gönlüğünün sesine kulak vereceğine, fıtratına yabancılaşmayacağına, Allah’tan başkalarına, ölülere ve dirilere, cansız maddelere kulluk yapmayacağını, onlara kulluğu terk ederek hakkı ve hakkaniyeti gerçekleştirmek için çalışacağına söz vermektedir. Bunu gerçekleştiren bir insanın, yaratıcısıyla ve hemcinsleriyle ilişkilerinin temelinde sevgi, sulh, emniyet ve inandırıcılık vardır. Bu nedenle sevgi ve iyiliğin kaynağı olan Allah, güvenilir melekle (Cibril-i Emin), güvenilir peygambere (Muhammed el-Emin) ilahi vahyini göndererek insanları selim fıtralarına (Fıtrat-ı Selime) selim) dönmeye ve onlara boyun eğmeye çağırmıştır. İnsanlar bunlara boyun eğdiği zaman Müslüman ve mümin olmakta ve fırat dini olan İslam’ı kabul etmektedirler. Bunlar dolayı bu dine inananlar, birbirleriyle karşılaştıklarında “Allah’ın barış ve esenliği üzerinize olsun” (Selamün Aleyküm) diyerek söze başlarlar. Görüldüğü gibi, bu terkiplerin tamamında sağlam, duru, açık ve seçik anlamlarına gelen ve İslam’la aynı kökten türetilen selim veya güven manasına gelen emir kelimeleri kullanılmıştır. Bunun anlamı şu demektir: Din olarak İslam barış dininin, onun ilahı sevgi ve iyiliğin kaynağı olan Allah’tır, vahyi getiren güvenilir bir melektir, peygamberi güvenilir bir insan olan Hz.Muhammed’dir, inanırları sağduyu sahili Müslümanlardır, onun doğrulayıcısı selim akıldır, onu gönülden benimseyen selim kalptir, inanma eylemini gerçekleştiren ise Allah’ın gönderdiği idini kabule müsait selim fıtratını kuvveden fiile geçiren mümin insandır. 2. İslam’ın Tanrı’nın Sevgi ve İyiliğin Kaynağı Olması Barış ve özgürlük dini olan İslam’ın Tanrı’sı da, yani Allah’(da, sözlükte, sevgi, iyilik ve hayrın kaynağı anlamlarına gelmektedir. Bu yüce varlığın kendisine has cemal ve celal sıfatları vardır. Onun seven, bağışlayan, affeden ve merhamet eden bir varlık olduğunu gösteren bu isim ve sıfatları arasında Acıyan (Rahman, Bağışlayan Rahim) Barış (Selam), Kurtaran/Emin Kılan (Mümin), Hataları ve Günahları Affeden (Gaffar), Adalet Sahibi (Adil), İnsanlara Lütufta Bulunan (Latif); Çok Affedici (Fafur), Yarattıklarını Seven (Vehid), İyilik Yapanlara Dost (Veli, Çokça İyilikte Bulunan (Berr), Hata ve Günahları Affeden (Tevvab), Affedici (Afüvv), Şefkati çok (Raüf), İntikamcıları ve Zorbaları Cezalandıran (Zuntikam ve Ktahhar) bulunmaktadır. Bunlar olsa olsa barış dini İslam’ın Tanrı’sının sıfatları olabilirler. Ancak Böyle birisi, dinin adını barış koyabilir ve ilahi kitabının içerisindeki surelerden bazılarına Rahman, Tevbe, Gafir adını verebilir. Onun insanlara ve yarattıklarına olan merhameti gazabından geniştir. O, zalimleri, bozguncuları, yalancıları, fesatçıları sevmez ve kimseye zerre kadar haksızlık ve zulüm yapmaz. İnsanlara, hakkı, adaleti, barışı aşırıya gitmemeyi ve merhameti tavsiye eder. En güzel bir şekilde yarattığı ve kendisine halife kıldığı tek bir insanı, haksız olarak öldüreni bütün insanlığı öldürmüş gibi, tek bir insanın hayatta kalmasına vesile olanı da bütün insanlığı kurtarmış gibi kabul eder. Kur’an baştan sona ciddi bir şekilde okunduğun da, Allah’ın insanlık tarihine müdahalesini asıl nedeninin bu ilahi ve insanı değerlerin yer yüzünde hakim kılınması ve insanların barış ve huzur içinde yaşatılması olduğu hemen anlaşılmaktadır. O, her çeşit haksızlık ve kötülüğün karşısında, iyilik ve güzelliklerin yayındadır. Bu nedenle, inananlardan Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmaları istenmektedir. Ayrıca yaratıklardan, sevgi ve iyilik kaynağı olan Allah’ı her şeyden çok sevmeleri istenmekte ve bu imanın bir haslate olarak görülmektedir. Onu seven birisi, evrendeki yaratılmışları da, Allah’ın yarattıkları olduğu için sevecektir. Bu inananların insanlara, diğer canlılara ve tabiata karşı bakış açılarının, başka bir ifadeyle dünya görüşlerinin temelini oluşturmaktadır. 3. Kur’an’da Barış ve Özgürlüğün Teminat Altına Alınması Kur’an’ı Kerim’in hiçbir yerinde şiddet hareketinin meşru gösterildiğini veya teşvik edildiğini görmeyiz. Bütün mesele hasmın ve düşmanın durumuna uygun bir şekilde karşı koyarak adaleti, din ve ibaret hürriyetini yeniden tesis etmektir. Hata Müslümanlarla aralarında her hangi bir anlaşma bulunmayan müşriklerden himaye isteyenlere bile Kur’an’ı Kerim bu himayenin dürüst bir şekilde verilmesini Hz. Peygambere emretmiştir.Hiçbir Müslüman, öldürmekten zevk aldığı için savaşamaz. Savaşlarda sadece kendileri ile savaşanların öldürülmesine izin verilmiştir. İlk Müslümanlar, Allah’ın “sizinle savaşanlarla savaşın” emrine uyarak kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve ibaret yerinde bulunan keşişleri her türlü düşmanca hareketlerden muaf tutmuşlardır. Savaştan çekilen düşmanın affedilmesini emreden Kur’an emrini tavizsiz bir şekilde uygulayan Hz. Peygamber, kaçmakta olan düşmanın takip edilmesini bile yasaklayacak kadar işi ileri götürmüştür. Eğer İslam’ın amacı başka dinlere hürriyet tanımamak, çevreyi tahrip etmek, önüne geleni öldürmek olsaydı, yukarıda sayılanları da hedef seçmesi gerekmez miydi? Oysaki insanlar bu dine yumuşak ve ikna edici bir şekilde davet edilmişlerdir. Davet edilen uyup uymamakta serbest bırakılmıştır. Ancak onun da inananlara inançlarını diledikleri gibi yaşamak, yüceltmek ve ona layık olduğu değeri vermek hususunda aynı hürriyeti tanıması şarttır. Müslüman olmayı ve İslami değerlere uymayı kabul etmeyenlere gelince İslam bu gibilerinden kendisine zarar vermeyecek bir tutum içinde olmalarını istemiş ve onlara bunun karşılığında iyilik esasına dayanan çok iyi bir muameleyi taahhüt etmiştir. Bütün bunlar inançsızların hayat hakkının ellerinden alınmadığını, gördükleri yerde öldürülmeleri emrinin sadece savaş halinde geçerli olduğunu ve savaşın meşru gösterilmesinin asıl nedeninin din ve vicdan hürriyetinin korunması, başkalarının tahakkümünden kurtarılması olduğunu göstermektedir.