Kur’an-ı Kerim’de, barışa, din ve vicdan özgürlüğüne, fikir özgürlüğüne büyük önem verilmiş ve bunları teminat altına alacak temel ilkeler önerilmiştir. Bu konudaki ayetler, iniş gerekçeleri dikkate alınarak incelendiğinde, korunması gereken temel ilkenin barış olduğu, savaşın ise insan temel hak ve hürriyetlerinin tehlikeye düştüğü zorunlu ve kaçınılmaz durumlarda veya savunmak amacıyla yapılması gerektiği görülecektir. Barışla ilgili temel prensipler şunlardır: 1-Barış esastır, asıl amaçtır ve daima hayırlıdır. 2-İnsanların canı, malı, dini, nesli ve aklı dokunulmazdır ve bunlar korunmalıdır. 3-Barış teklif edenlerle ve barış yaptıktan sonda taahhütlerini yerine getirenlerle savaşılmaz. 4-Savaş, saldıranlara karşı savunmak için açılır ve savaş hali dışında insanlar öldürülmez. 5-Savaşı durduran ve tecavüzden vazgeçenlerle savaşılmaz. 6-Sulh dönemlerinde şiddetin her çeşidi yasaktır.Hatta savaşta dahi, aşırılıktan kaçınılmazı istenmiştir. 7-Savaş zorunlu durumlarda kafirlere karşı yapılır. 8-Sulh zamanlarında, düşmanlarla en güzel yollarla mücadele edilmesi gerekir. Allah, akıl almaz suçların işlenmesine neden olan savaşa son çare olarak başvurulmasını emretmiş ve Hz.Peygamberin hayatında cereyan eden savaşlar da bu şartlarda gerçekleştirilmiştir. Hz. Peygamber hayattayken, Müslümanlar bu ilkelere göre hareket etmişler ve İslam’ın 23 yıllık tarihinde bunların dışına çıkılmamaya çalışılmıştır. 4. Hz.Peygamber ve İlk Müslümanların Barışı Hakim Kılma Çabaları Hz. Muhammed, Allah tarafından uyarıcı ve müjdeleyici olarak gönderilmiş, şiddet yoluyla İslam’ı insanlara kabul ettiren bir zorba olmadığı bildirilmişti. Bunun için daima hikmet ve güzel öğütle bu ine çağırması gerekmekteydi. Eğer kaba ve katı yürekli olsaydı, o zaman etrafında kimse kalmaz ve taraftar bulamazdı. Bu nedenle, peygamberini insanlara merhameti ve güzel davranması dolayısıyla, kendine has acıyan ve bağışlayan sıfatıyla tanımladı. Hz.Peygamber, Allah’tan aldığı mesajı, Mekke’de tek başına insanlara öğretmek ve anlatmakla işe başlamıştır. Fakat daha ilk günden itibaren Kureyşlilerin tepkisiyle karşılaşmıştı. Kur’an’ın Allah kelamı olması, Hz. Muhammed’in ise toplumda güvenilir biri olması ve getirdiği ilkelerin evrensel nitelikli özelliği, İslam’ın çık kısa bir sürede yayılmasını sağladı. Kur’an farklı görüşlere ve dini anlayışlara karşı “sizin dininiz size, benim dinim bana” ilkesi çerçevesinde bakılmasını önerirken, başta peygamber olmak üzere, bütün Müslümanlara en acı eziyet ve işkenceler yapıyorlar, onlara ekonomik ambargo uyguluyorlar, Kur’an okumalarına, serbestçe ibadet etmelerine, kısaca, onların din ve vicdan hürriyetlerine, ibadet etme haklarına engel oluyorlardı.. Allah peygamberine ve Müslümanlara başlangıçta sabretmelerini, fakat can, mal ve din hürriyeti gibi tabii hakları tehlikeye düşünce, başka yerlere hicret etmelerini emretti. Bu insanlar dinlerinin gereklerini yapabilmek için, mallarını, mülklerini, çoluk-çocuğunu geride bırakarak, öz vatanlarını terk etmek zorunda bırakıldılar. Önce Habeşiştan’a, sonra Medine’ye hicret ettiler. Hatta Hz.Peygamber, b.ir suikasttın son anda kurtuldu. Bütün bu baskı ve eziyetlere rağmen, İslam’a inanların sayısı çığ gibi büyümekteydi. Hz.Peygamber ve ona inananlar Medine’de biraz rahat nefes aldılar ve dini özgürlüklerine kavuştularsa da ekonomik bazı sıkıntılar içindeydiler. Çünkü onlar bütün mallarını Mekke’de bırakmış ve Mekke müşrikleri de onların bu mallarına el koymuşlardı. Buna rağmen onlar Müslümanları Medine’de de rahat bırakmayacak çeşitli planlar peşindeydiler. Medine’de bulunan Yahudilerle gizli görüşmeler yaparak İslam’ın yayılmasını önlemeye çalışıyorlardı. Hz. Muhammed, buradaki Yahudilerle, hemen bir anlaşma yaparak böyle bir tehlikeyi önledi. Bu anlaşmayla Medine’de yaşayan halk tek bir ümmet kabul edilerek birbirine yardımla sorumlu tutuldu. Diğer taraftan, bu anlaşmayla Yahudilerin tam bir din hürriyetine sahip oldukları ve dinlerine asla müdahale olunamayacağı, Müslümanlarla Yahudilerin dost ve müttefik oldukları gibi esaslar da benimsendi. Böylece İslam’ın diğer dinlere karşı tanıdığı serbestlik bizzat anlaşmayla da tescil edilmiş oldu. Bu İslam’ın diğer dinlere yaşama hakkı tanımadığı, onları din kabul etmediği şeklindeki iddiaların saçmalığını açıkça ortaya koymaktadır. Müslümanlar, hicret etmekle Mekke müşriklerinin tabiminden kurtulmuş değillerdi. Mekkeli müşrikler Yahudilerden başka diğer bazı kimselerle özellikle, münafıklarla gizili görüşmeler yapıyorlardı. Onlar Medine’de hükümdar ilan edilmek üzere iken, Hz. Peygamberin gelmesiyle bu mevkiye geçemeyen Abdullah b. Übey’e şöyle bir mektup yazmışlardı: “Siz bizimkileri barındırdınız. Andolsun ki ya siz onu (Muhammed’i) öldürür ve yurdunuzdan çıkarırsınız, yahut biz topyekün size karşı yürür, sizin bütün savaşçılarınızı öldürür, kadınlarınızın namusunu kirletiriz”. Müslümanların bütün bunlara karşı tedbir almaları gerekiyordu. Çünkü müşriklerin Medine’ye saldırması bir an meselesi idi. Bu nedenle Hz. Peygamber, ilk gece uyumamış daha sonraki gece güçlü koruyucular gözetiminde uyuyabilmiştir. Müslümanlar onların bu baskılarına son vermek ve Mekke’de kalan din kardeşlerinin haklarını koruyabilmek ve işi anlaşmayla çözebilmek için şu iki önlemi aldılar: 1-Mekke civarındaki kabilelerle anlaşma yaparak onları Kureyş’e alet olmaktan kurtarmak, 2-Kureyş’in Suriye’ye giden ticaret yolunu kapamak suretiyle kan dökmeden iktisadi yolla anlaşmazlığı önlemek. Allah, başlangıçta hicreti çözüm yolu olarak önermekle, daha sonra ise, “... tecavüz etmeyiniz, Allah tecavüz edenleri sevmez. Ayetiyle onlara nefsi müdafaada kalmalarını emretmekle onları savaştan uzak tutmuştur.