Müşriklerin, Medine’ye saldırı ihtimalinin yanı sıra, gerginliği artıran bir başka neden daha ortaya çıkmıştı. Peygamberin ayrılmasından sonda da Mekke’de Müslüman olanlar vardı. İşte Kur’an imanlarından dolayı eziyet gören müşriklerin acımasız işkence ve zulmüne karşı Allah’ın yardımını dileyen Mekke’de ki himayesiz erkek, kadın ve çocuk Müslümanların acı çığlıklarını bize duyurmaktadır. Bütün bunlara rağmen Müslümanların habi çirkin görmeleri,  ölümden korkmaları,  silah ve güç yetersizliği  savaşı onların gözünde anlamsızlaştırıyordu. Bu durumda düşmanla çarpışmaktansa kervanı ele geçirmeyi  veya Mekke’deki Müslüman kardeşlerine iyi davranmalarını sağlayacak birkaç misillemede bulunma konusu tartışılmaya başlanmıştı. İşte ilk savaş bu şartlar içinde patlak vermişti. Mekke’deyken yapılan işkencelere sabretmeleri emredilmişken müşriklerin hücumları genelleşerek harp haline dönüşünce,  on seneyi aşkın bir sabır döneminden sonra, nihayet Müslümanlara savaş izni verilmiş, daha sonra da toplu bir şekilde kendilerini savunmaları ve özellikle himayesiz bulunan müminlerin yardımına koşmaları için savaş üzerlerine farz kılınmıştı. Meseleye objektif olarak bakıldığında Müslümanların bu savunucu ve gayet fedakar tutumlarını kınamak mümkün değildir. Aslında Hz.Peygamber, meseleleri barış ve iyilikle çözmeyi tercih ediyordu. Nitekim Hicretin 6. yılında Mekke’yi ziyaret için giden Müslümanlar, müşrikler tarafından engellenmişti. Müşrikler, onların bu yıl ziyaret edemeyecekleri ve gelecek yıl silahsız antlaşma yapmak istediler ve Hz.Peygamber meseleyi barışçı yoldan çözmek istediği için bunu kabul etti. Hudeybiye Antlaşması gereği geri döndüler. Müslümanların, gerek dinlerini kabul ettirmek ve gerekse onu kabul etmeyenleri yok etmek için silah kullanma hakkına sahip oldukları ve Kur’an’a göre böyle davranmaya (cihadla) mecbur oldukları şeklindeki iddialar da tamamen tutarsızdır. Çünkü İslam kültüründe ve dilde cihatla kelimesi, her ne kadar savaş anlamına geliyorsa da Kur’an-ı Kerim’de asıl anlamı gayret etmektir. Bu anlamda silahlı mücadele ile ilgisi yoktur. Mekki sürelerde, irşat ve barışçı yolla ikna etmek için gayret sarfetmek, yahut da ferdi mahiyette manevi bir gayret gösterme anlamlarında kullanıldığını görmekteyiz. Kur’an-ı Kerim’de savaş karşılığı olarak, genelde, kıtal kelimesi kullanılmıştır. Hz. Peygamberin hayatta iken tehlikeli olduğu için veya başka nedenlerle bazı kimseleri öldürttüğü şeklindeki iddialar onun için gönderildiğinin anlaşılamaması ve günümüzdeki bazı devlet başkanları veya örgüt liderleriyle karşılaştırılmasından kaynaklanmaktadır. Bu iddialardan birisi de Ka’b. Eşref’in öldürülmesiyle ilgilidir, ancak onu bütün yönleriyle ele almak böyle bir makalenin sınırlarını aşmaktadır. Bununla birlikte iddiaları hiç görmezlikten gelmek de doğru değildir. Hz. Peygamber mizacı itibariyle savaştan hoşlanmayan bir insandı. Savaş hukukunun cari olduğu bir anda düşmanlarına karşı çok hoşgörülü davrandığı için Allah’ın tenkidine maruz kalmıştı.  Acaba kendisine ve yakınlarına karşı işlenmek istenen alçakça cinayetlerin faillerini affederken, Ka’b b. Eşref’i niçin öldürülmüştür. Fikirleri dolayısıyla mı yoksa başka gerekçeler mi varŞ Medine’de yaşayan Beni Nadir Yahudilerinden olan Ka’b b. Eşref Bedir’de Mekkeli müşriklerden ileri gelenlerinin öldürüldüğünü duyunca: “Bunlar Arapların uluları ve efendileridir. Muhammed bunları öldürdüyse, yerin altı üstünden hayırlıdır.” Demiş ve Yahudileri Müslümanlar aleyhine kışkırtmaya başlamıştı. Halbuki daha önce de görüldüğü gibi Yahudilerle antlaşma yapılmıştı. Buna göre Mekkeli müşriklere karşı birlik olunacaktı. Ka’b b.Eşref bu hareketiyle antlaşmayı çiğnemiş oluyor ve savaş hukuku geçerli olduğu halde düşman tarafına casusluk yapıyor. Bedir Savaşı’ndan sonra Mekke’ye giderek Kureyş’i, Müslümanlara karşı kışkırtmak için ölenlerin arkasından mersiyeler okumuştur. Medine’ye döndüğünde ise Müslümanların kızlarına ve kadınlarına şiirler yazarak onların ırz ve namusuyla oynamıştır. Bugünün basını yerinde olan şiiri İslam’a ve Müslümanlara karşı propaganda aracı olarak kullanmıştı. Bu sebeplere, bir de onun kırk adamı ile birlikte Mekke’ye gittiği ve orada Ebu Süfyan’la ittifak yaparak Müslümanlardan intikam almak hususunda Kureyş’i kışkırttığı  ve Hz. Peygamberi öldürmek için bir suikast tertip ettiği  eklenince onun niçin öldürüldüğü kolayca anlaşılmış olacaktır. Üstelik onun ifadesi alındıktan sonra öldürülmüştür.  Muhammed b. Mesleme ve dört arkadaşı Hz. Muhammed aleyhtarı görünerek onun böyle bir hazırlık içinde olduğunu kesin olarak öğrendikten sonra öldürmüşlerdir. Onun şahsi fikirleri veya Yahudi olması dolayısıyla öldürüldüğü iddiaları tamamen asılsızdır. Onun öldürülmesinin asıl nedeni, Bedir Harbinden sonra henüz müşriklerle bir antlaşma yapılmamış olduğundan savaş hukukunun devam ettiği bir anda Müslümanların aleyhine çalışması, yeni kurulmuş Medine site devletinin başkanına suikast hazırlığı içinde olması Allah’a ve Resulüne eza etmesi  ve daha önce her iki tarafça kabul edilmiş anlaşma şartlarını ihlal etmesi gibi nedenlerle öldürülmüştür. Onun öldürülmesi üzerine Yahudiler Hz. Peygambere gelip nedenini sormuşlardır. O da bu zikredilen nedenleri anlatınca onlar ikna olmuş ve dönüp gitmişlerdi.  Bu olay, kaynaklarda bir savaş suçlusu olan Ka’b b. Eşref’in öldürülmesi seriyyesi  adıyla anılmıştır. Hz. Peygamber, bu hadisinin dışındaki cinayetlerin faillerini affetmesi, onun nicelerini tuzak kurarak gizlice öldürttüğü tezini çürütmektedir. Mesela Bedir Savaşı’ndan sonra kendisini zehirlemek isteyen Yahudi kadınını ve büyük kızı Zeyneb’i hicreti esnasında hamile olmasına rağmen şiddetli bir şekilde iterek çocuğunu düşürmesine sebep olan bir başkasını hep affetmiştir. Hatta masum zevcesine iftirada bulunanları  , yıllarca düşmanca tavırlar sergileyen Mekke liderlerini, Mekke’nin fethi sırasında affettiği bilinmektedir. Hz. Muhammed’in diğer din mensuplarına ne kadar saygılı davrandığına pek çok kaynak tanıklık etmektedir. O, insani ilişkilerde bir Müslümanla bir Hıristiyan veya Yahudi arasında asla fark gözetmemiştir. Bu konuda bazı örnekler vermek yerinde olacaktır. Mesela, bir gün bir grup sahabeyle otururken, bir cenazenin götürüldüğünü görünce ayağa kalktı. Bunun üzerine yanındakiler: “Ey Allah’ın Resulü bu bir Yahudi cenazesidir” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber, bütün insanlara örnek olacak şu tarihi sözü söyledi: “O insan değil mi?” O sadece Yahudilere değil aynı saygıyı diğer din mensuplarına da göstermiştir. Onun Hıristiyanlara karşı muamelesiyle ilgili olarak bir olayı zikretmeden geçemeyeceğiz. Yemen’de yaşayan Necran Hıristiyanlarından bir heyet Hz. Peygamberle görüşmek için gelmişti. O, bu Hıristiyan heyeti mescitte karşıladı ve onların orada ibadet etmelerine izin verdi. Bunun üzerine, doğuya yönelerek ibadet ettiler.  Bu iki olay Hz. Peygamberin insanları dinleri veya inançlarından dolayı hakir görmediğini ve inanç özgürlüğüne çok büyük önem verdiğini açıkça ortaya koymaktadır. Böyle bir insan, kendi dinine inanmadı diye yahut başka bir dine inanıyor diye bir başkasını veya bir kabileyi topluca nasıl öldürebilir? “Savaş taktiktir, stratejidir” şeklindeki anlamlı bir gerçeği ifade eden Hz. Peygamberi bu sözünden dolayı, onun savaş dehasının takdir edilmesi gerekirken, onu hileci, ilan etmek de akıllı bir insanın yapacağı bir şey değildir. Geçmişti olduğu gibi günümüzde de savaş hünerini ve taktiğini bilmeyen bir ordu yenilmeğe mahkumdur. Aslında savaşta uygulanacak taktikler, daha az insanın ölümüne çaba harcamak ve bir an önce savaşı bitirmek durumuna yöneliktir. Böyle bir ilkeyi koymakla İslam’ın maksadı, daha çok kan dökmek değil daha az kan dökmektir. Bunun savaş hali dışındaki hile ve aldatma ile alakası yoktur. Kaldı ki Hz. Peygamber hayatında kimseyi aldatmadığı, kimseye tuzak kurmadığı gibi bütün Müslümanları da bu gibi çirkin hareketlerden sakındırmıştır. Bundan dolayı müşrikler ve inananlar tarafından kendisine güvenilir Muhammed (Muhammed el-Emin) lakabı verildi ve bu vasfından dolayı inanan inanmayan kimseler, değerli eşyaları ona emanet ediyorlardı. 5. Hz. Muhammed’in Merhamet ve Özgürlüğe Verdiği Önem: Hz. Peygamberin 23 yıllık peygamberlik döneminde yaptığı savaşlar, bu savaşlarda her iki taraftan öldürülenlerin sayısı ve esir alınanlara yapılan muamele tarihi kaynaklardan incelendiğinde, onun barış ve merhamet peygamberi olduğu herkes tarafından kabul edilecektir. Kureyza olayı hariç bırakılacak olursa Hz. Peygamberin emir ve komutasında toplam 27 gazve yapılmış ve bunlardan sadece dokuzunda çarpışma meydana gelmiştir.  Küçük çaplı, toplam 35-60 civarında seriyyeler düzenlenmiştir. Çarpışma, meydana gelen gazve ve savaşlarda onun harcadığı zaman, yollar dahil, peygamberlik döneminin yaklaşık %2’sini oluşturmaktadır. Bu savaşlarda, yaklaşık olarak kafirlerden toplam 216 kişi ölmüş, Müslümanlardan 138 kişi şehit düşmüştür.  Hz. Muhammed’in emir ve komutasında yapılan savaşlar, dünya tarihinde en az kayıp verilen ve tarihin gidişatını olumlu yönde etkileyen savaşlardır. O, hiçbir zaman mesajını zor kullanarak, silahla yaymak iddiasında olmamıştır. Çünkü o, insanları doğru yola en güzel bir şekilde ve hikmetle çağırmakla görevlendirilmiş, bunun için kılıç ve savaşa başvurması istenmemişti. Ama tarihi gerçeklerden habersiz bazı kimseler, maalesef onu hala iktidar, hırs ve intikam peşinde koşan elinde kılıcı önüne çıkanı öldüren birisi olarak takdim etmeye devam etmektedirler.

Türk Yurdu Dergisi-Aralık 2001

1