Türk milletinin çok büyük
çoğunluğunun inandığı ve mensubu olduğu İslam dini ile Türkiye Cumhuriyeti
Devleti’nin, başka bir ifade ile çoğulcu demokrasinin “olmazsa olmaz”ı demek
olan laikliğin birbirlerine taban tabana zıt ve aykırı oldukları şeklindeki basma
kalıp bir düşünce, maalesef, bir kör
döğüşüne dönme istitadı göstermektedir. Bir kesim İslam’da bulunmadığı gerekçesiyle laikliği, müslüman Türk halkına zorla dayatılan ve uygulattırılan yabancı bir unsur ve hatta “dinsizlik” aracı olarak görürken; diğer bir kesim de, bu yüzeysel ve basit anlayışa sanki destek verircesine İslam’ın din ve devlet işlerinin ayırımına izin vermeyen “teokratik” bir devlet düzeni peşinde olduğu ve dolayısıyla Cumhuriyet Türkiyesi ve laiklik için potansiyel bir tehdit oluşturduğu endişesine k apılıyor.Görünen o ki, hemen her zeminde sürekli gündemde olmasına ve hakkında hemen herkes “ahkam” kesmesine rağmen İslam, bugün bile en az bilinen, en çok yanlış anlaşılan ve anlatılan bir din durumundadır. İslam’ın lehine de aleyhine de söz edenler, maalesef, “doğru din”i değil, yüzeysel, tutarsız ve basma kalıp ifadelerle, kendi dinlerini takdim etmekte ve neticede insanımızı şaşkına çevirerek Devlet’e yabancılaştırmaktadırlar. Oysa İslamiyet, Kur’an-ı Kerim’in dinamik mesajındaki evrensel değerlerle okunduğu takdirde -her ne kadar hiçbir dinde bütünüyle laiklik ilkesini bulamaz isek de,- onun diğer vahiy dinleri arasında laik zihniyete en yakın bir din olduğu görülecektir. İşte “Din ve Devlet İlişkileri” başlıklı bir konferansta yapılan bu konuşma metni, son derece geniş kapsamlı, önemli ve iddialı bir konunun en temel noktalarına çok özlü bir biçimde dikkat çekmek ve bazı hususlara ışık tutmak amacındadır. Prof. Dr. Ethem Ruhi FIĞLALI |