BU NASIL İSLAM ANLAYIŞI?
Radikal İslamcı görüşleri savunan ve nihai aşamada halife tarafından yönetilen İslam devleti modelini hedefleyen Hizb-ut Tahrir örgütü, Danimarka’da ciddi bir sorun haline geldi.
Hizb-ut Tahrir mensuplarının bir süredir Danimarka’da yoğunlaşan faaliyetleri, artık Hükümeti de rahatsız edici boyutlara ulaştı. Tebliğ ve irşad yöntemiyle insanları yanına çekmeye çalışan ve şiddete karşı olduklarını vurgulayan örgüt mensupları, asıl yüzlerini ortaya koymaya başladılar.
Danimarka Kopenhag’daki okulları hedef alan Hizb-ut Tahrir, ilkokul çağındaki çocukları örgüte kazandırmaya çalışıyor. Çeşitli vaadlerle kandırılan çocuklar, körpecik dimağlarını örgütün kirli emellerine kaptırıyorlar. Örgütün hedefine giren çocukların çoğunluğu ise, tehdit yoluyla örgüte kazandırılmaya çalışılıyor.
Bu nasıl bir düşünce yapısıdır, anlayamıyoruz. İslam’ın neresinde tehdit ve baskı yer alıyor da, bu gözü dönmüş insanlar bunları İslam adına yapıyorlar? Hem de küçücük çocuklara karşı!
Danimarka Hükümet ve güvenlik yetkilileri, aslında son zamanlarda yoğunlaşan Hizb-ut Tahrir faaliyetlerini yakından ve endişeyle izliyorlar. Almanya’da geçtiğimiz yıl yasaklanan, İsveç’te ise terör örgütü sayılan Hizb-ut Tahrir, faaliyet ağırlığını bir süre önce Danimarka’ya kaydırmıştı.
Hizb-ut Tahrir’in yönlendirdiği çocuklardan bazıları, Brondby’daki okulda yönetime başvurarak, okulda bir mescid açılmasını istemişler. Demokratik bir hak gibi görünen bu talebin, henüz büluğa ermemiş olan ve ibadet yükümlülükleri bulunmayan çocuklar tarafından gündeme getirilmesi çok dikkat çekicidir ve bu durum, Hizb-ut Tahrir’in çizgisindeki radikal ayrıntıyı ortaya koymaktadır.
Bu çocukların, ileride taleplerini daha radikal yöntemlerle ifade etmeyeceklerini kimse garanti edemez. Filistin’de üzerinde bombalarla yakalanan on dört yaşındaki Hüsam Abdu’nun korku dolu gözlerle ölmek istemediğini haykırdığı sahne, halâ hafızalardaki tazeliğini koruyor.
Hizb-ut Tahrir’in bildiri dağıtmakla başlattığı faaliyetleri, görünen o ki artık geleceğin militanlarını yetiştirme seviyesine ulaşmış. Bu durumun farkında olan Danimarkalı yetkililer de, tıpkı Metin Kaplan olayında Alman yetkililerin yaşadığı sorunla karşı karşıya kaldılar: Kanunların yetersizliği...
Avrupa ülkelerinin bir çoğunda olduğu gibi Danimarka’da da kanunlar, olabildiğince geniş bir şekilde ifade ve eylem özgürlüğüne yer verdiği için, bugün veya gelecekte tehlike yaratacağı düşünülen bir hareketin şimdiden önüne geçilemiyor. Hükümet yetkilileri sorunu görseler de, mahkemeler aynı doğrultuda karar veremeyebiliyor. Danimarka Başbakanı Anders Fogh Rasmussen de 04 Mayıs 2004’te yaptığı açıklamada bu soruna dikkat çekerek, “Hizb-ut Tahrir’in okullardaki faaliyetlerinin durdurulmasına ancak yargı organlarının karar verebileceğini” ifade ediyor.
Günümüzde strateji konusunda değerlendirme yapan tanınmış isimlerin üzerinde aynı fikirde oldukları nokta, radikal İslamcı unsurların lojistik destek merkezinin Avrupa olduğudur. Avrupa’da yaşayan Müslümanların “azınlık psikolojisi” yaratmak suretiyle istismar edilmeleri ve kanunlardaki boşlukların değerlendirilmesi, radikal İslamcı unsurların temel yöntemleri halini aldı.
Geçmişte yaşananlara bakılarak, bugün Danimarka’da sorun olan Hizb-ut Tahrir ya da Almanya’nın başına dert olan Kaplancıların, yarın başka bir Avrupa ülkesinde bir başka sorun olarak ortaya çıkacağı söylenebilecektir. Zira, isimleri değişse bile, zihniyetleri aynı olmaktadır. Bu durumun en büyük sorumlusu ise, yetkililerin önlem almakta gecikmeleri, gerekli yasal tedbirleri eş zamanlı uygulamamalarıdır.
Radikal İslamcı bu tür zihniyetlerle mücadele, öncelikle bilinçli bir eğitimi gerektirmektedir. Yasalardaki boşlukların giderilmesi ya da zararlı unsurların sınır dışı edilmeleri gibi güvenlikçi yaklaşımlar, sorunu bir süreliğine çözse veya uzaklaştırsa da, nihai süreçte mikropları bulaştığı yerden çıkarmakta yeterli olamamaktadır.
İslam dini, taşıdığı anlam ile uyumlu olarak, barış, hoşgörü ve birliktelik dinidir. Müslümanların yegane referansı olan Kur’an’da “Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. (Al-i İmran/103)” şeklindeki ayetlerde olduğu gibi birlikteliğin bozulmaması emredilmiş; bozgunculuk yapanlar ise “Şu dinlerini parça parça edenler ve kendileri de grup grup ayrılmış olanlar var ya, (senin) onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. (En’am/159)” ayetinde olduğu gibi açıkça uyarılmışlardır.
İçindeki güzellikleri ile insanları cezbeden İslam’a davette zor kullanılması ve baskı yapılması, asla kabul edilmeyen, yasaklanan bir uygulamadır. Nitekim “Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır. (Bakara/256)” ayeti, bu hükmü açıkça ortaya koymaktadır.
Gayet açık olan ve yalnızca birkaç örneğini verdiğimiz bu ayetlerden de anlaşıldığı üzere, baskıyla ya da yalanla cemaatlerini/örgütlerini büyütmeye çalışanlar, yalnızca siyasi veya kişisel amaçlarla hareket ederek Müslümanları bölmeyi amaçlayan sapkınlardır.
Allah’ın dini apaçık ortada iken, bu sapkınlar Allah’ın adıyla kendi çıkarlarının peşine düşmekte, Müslümanları da bu oyunlarına alet etmektedirler.
Hizb-ut Tahrir, Kaplancılar veya adı her ne olursa olsun, İslam adına hareket ettiklerini beyan eden bu tür radikal zihniyetlerin amaçlarına bakıldığında, İslam ile bir alakaları olmadığı da açıkça görülebilecektir.
Sağlıklı bir çözüm için, öncelikle yasal düzenlemelerin gözden geçirilmesi gerekmektedir. Zira İslam, çatışma değil diyalog dinidir. Savaşmayı değil, barışı; cezalandırmayı değil, affetmeyi öne çıkarır.
İslami Aydınlanma Oluşumu
islami_olusum@yahoo.com
islami_aydinlanma@yahoogroups.com