BAŞÖRTÜSÜ VE LAİKLİK

 


 

Başörtüsü konusu, laiklik ve bireysel özgürlük kavramları ile bağdaştırılmak suretiyle, sürekli bir şekilde tartışma konusu olarak kullanılmaktadır.

Başörtüsü, İslam ile birlikte gündeme gelen bir konu değildir.

Hz. Muhammed’den önce kendi kabilesi olan Kureyş ve diğer Arap kabilelerinin hanımları arasında da örtünme vardı. Mekke sakinleri, damat adaylarının ve erkeklerin dikkatini çekmek üzere, bekar kızlarına ve cariyelerine en güzel giysilerini giydirirler ve Kabe çevresinde yüzleri ve ziynet yerleri görülecek şekilde dolaştırırlardı. Tarih kitapları, Mekke’de kadınların incilerle süslenip topuklarına ses çıkaran halkalar takarak kendilerini teşhir edercesine dolaştıklarını yazmaktadır.

Tefsir ve tarih kitapları, bu tür adetlerin Hz. Muhammed zamanında da devam ettiğini, bu tür giysi ve takılarla dolaşan kadınlara erkekler tarafından sık sık sataşma ve saldırıların artması üzerine toplumsal bir huzursuzluğun önünü almak amacıyla Kur’an da bilinen iki ayetin indirildiğini yazmaktadır.

Nur suresinde konuyla ilgili gelen ilk ayette, erkeklere kadınları gözleriyle bile rahatsız etmemeleri ve iffetli olmaları istenmiştir. Aynı şekilde kadınlardan da erkeklerin dikkatlerini çekmek için ziynet mahallerine zil ve halhal gibi ses çıkaran aletler takmamaları ve kendilerini teşhir etmemeleri istenmiştir. Ayetlerden de anlaşılacağı üzere, hem kadına hem de erkeğe cinselliği öne çıkaracak davranışlardan sakınmaları tavsiye edilmektedir.

Örtünmede ısrar edilişin ilk devirlerdeki çok önemli bir sebebinin de sosyal olduğu bilinmektedir. Başörtüsü, hür kadınlar için bir ayrıcalıktı. Cariyelerin örtünmelerine namazda bile izin verilmemişti. Hz.Ömer’in, başörtülü olarak namaz kılan bir cariyenin başındaki örtüyü “Hür kadınlara mı özeniyorsun?” diyerek çekip çıkardığı bilinmektedir.

Örtünme ile ilgili ayetler, devrin zihniyetine ve içinde yaşanılan şartlara elverdiğince yorumlanarak uygulanmış, bu yüzden toplum kurallarına sınırlı ölçüde etki yapabilmiştir.

İslam dinini, ilk çağların din anlayışına göre statik biçimde donmuş kurallar yığını şeklinde algılayan ve anlayan yaklaşımlar çağdışıdır, evrensel ve dinamik bir din olan İslam’a aykırıdır. “Her devrin hükmü başkadır.” (Ra’d:38) buyuran bir din, uygulama konusunda akıl ve hayat tecrübelerine göre Müslümanları kendi durum ve şartları dahilinde serbest bırakmaktadır.

Kur’an’da giyim kuşamın üç amaçla olacağı bildirilmektedir: Örtünmek için, süslenmek için ve takva için.

İslam hukukçularını farklı noktalara sevk eden noktalar, “süs” anlamındaki “zinet” ve “örtü, başötüsü” anlamındaki “hımar” kelimeleridir. Çünkü bunlar, yeterince açıklanmamaktadır. Başörtüsü, Arap kıyafet geleneğinde, iklim gereği, kadınlarda da erkeklerde de vardır. Bugün de Arap geleneksel kıyafetinde erkeğin başı örtülüdür. Hukuka geçen ise kadının başını mutlak olarak örtmesi olmuş, bu örtü saçın telini dahi açıkta bırakmayacak şekilde daraltılmıştır. Oysa saç, ayetlerde geçmemektedir.

İslam dininin yapısının, politikaya alet edilmesine oldukça müsait olduğu bir gerçektir. 1400 yıllık İslam tarihi boyunca bunun sayısız acı örneği yaşanmıştır.

30 yıllık geçmişi olan bir siyasi hareketin “türban” konusundaki mevcut yaklaşımı, dinin siyasete alet edilmesi anlayışının günümüzdeki modern yansımasından başka bir şey değildir.

İslam dininde giysinin sembol veya simge haline getirilmesi diye bir olgu yoktur. Hele hele siyasi bir simge veya sembol olarak kullanmak, mütedeyyin insanlara özgü bir hareket hiç değildir.

Buna karşılık, dini veya örfi bazı motifleri kullanarak mütedeyyin insanlar üzerinde etkili olmayı hedefleyen kesimler, laikliğin başörtüsü önünde en büyük engellerden birisi olduğu propagandasını yapmaktadırlar.

Laik devlette din ve dindarlık, herşeyden önce kişisel bir seçim ve vicdan sorunudur. Tam bir din hürriyetine dayanır.

Laiklik ilkesi ile akılcı ve bilimsel düşüncenin yerleşmesi, hurafe ve cehaletin ortadan kaldırılması, dinin inanç ve mezhep ayrılıkları ile istismarcıların elinden kurtarılması ve samimi dindarlığın gelişmesi arasında önemli bir ilişki bulunmaktadır.

Başörtüsünün kamu kurum ve kuruluşlarında kullanılmasının, kanun ve yönetmeliklerle yasaklanması, bir ayrımcılık değil, bireyler arasındaki eşitliği muhafaza ve laiklik ilkesi gereği olarak dinin siyasal malzeme haline getirilmesini engellemek amacında alınmış tedbirlerden birisidir.

Bireysel alanda herkesin dini inancını istediği gibi yaşama hakkı anlaşılır ve kabul edilir bir haktır. Ancak, dış görünüş ile İslam dini arasında mutlak bir bağlantı kurulması ve bunun doğruluğunun iddia edilmesi, İslam dinine tamamen aykırı bir düşüncedir. Çünkü dinimiz, “Ey Adem oğulları! Her secde edişinizde güzel elbiselerinizi giyin; yiyin, için, fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez.” (A’raf:31) ayetinde de açık olduğunu üzere, giyimde de aşırılığı tasvip etmemektedir.

Toplumsal açıdan bakıldığında ise, sadece türban takanların Müslüman oldukları şeklinde bir anlayışın yaygınlaştırılmasının, İslam ve toplumsal barış açısından son derece sakıncalı sonuçlara neden olacağı unutulmamalıdır.

Laiklik; eşitlik, taassupsuzluk, hoşgörü, sevgi ve saygı ortamı içinde milletçe birleşip bütünleşmemizin bir güvencesidir.

 

Bölgesel hassasiyetlerin yaşandığı bugünlerde, ülkemizin birlik ve bütünlüğünü muhafaza etmek konusunda hepimize az da olsa görev düşüyor.

 

Değerlerimize sahip çıkalım. Ama bilinçli bir şekilde...

 

 

 

Nuran SAYAR

 

Araştırmacı-yazar

 

nuransayar@yahoo.com

1