Bir
Yabancının Gözünden, Müslüman Dünyasının Modeli
Dünyada herkesin Afganistan’a
gitmek için yanıp tutuştuğu söylenemez. Afganistan’da
devriye gezme fikri de oraya gitmenin çekiciliğine katkıda
bulunmaz. Ancak bu genel kaidenin bir istisnası vardır bunu da
Ankara’daki etkin, canlı Türk Genelkurmayı’nda
bulabilirsiniz.
Türkler, bir Türk generalinin
bu ay içerisinde komutasını üstleneceği bir BM barış gücünün
bulunduğu Kabil’e gitmeye hazır ve isteklidirler. Türkler,
Kabil’deki “Loya Jirga”nın (Afgan Yüksek Şurası”nın
)bu hafta seçmekte olduğu yeni hükümetin ilk aylık görevi süresi
içinde, aralarında kendilerinden 1400 askerin de bulunacağı
BM kuvvetlerine önderlik etmelerini tarihi itibarlarının bir
parçası olarak görmektedirler.
Uluslar arası birlik fikrinden
hareketle gösterdiği saygın davranışla Kore, Somali,
Arnavutluk, Bosna, Kosova, Yugoslavya, Makedonya ve Doğu Timor’daki
görevlere iştirak etmiş bulunan Türk ordusunun itibarı,
onları Afganistan’ın hazin haline çeken noktalardan sadece
biridir. Bunun gerisinde çok az bilinen bir hikaye yatmaktadır.Bu
hikayeyi bana geçenlerde ziyaret ettiğim Hürriyet Gazetesinin
Ankara temsilcisi Sedat Ergin anlattı. Ergin, şöyle dedi:”Halkın
büyük çoğunluğu, Türkiye’nin Afganistan’da bir rol üstlenmesi
hususunda mutabıktır. Şunu anlamalısınız ki Türklerin düşünüşüne
göre, bayrak göstermeyi severiz.”
Daha sonra sözü, Türk devrimcisi ve 20. yüzyıl başlarında Türkiye’yi padişahlıktan laik ve demokratik bir modern ülke haline dönüştüren, asker ve muhteşem devlet adamı Kemal Atatürk’e getiren Ergin, Atatürk’ün Afganistan’a büyük hayranlık duymuş olduğunu söyledi.Bu uzak ve zorluklarla dolu ülke (Afganistan), İslam dünyasının merkezi idi. Bu ülkede reform yapabilmek, tüm Müslüman dünyasını modernleştirmek için atılmış çok büyük bir adım anlamına gelecekti.Ergin şöyle devam etti:”Atatürk, Afganistan’da büyük rol oynadı. En öncelikli konularından biriydi. Ülkeyi modernleştirmek amacıyla, 1920’li yılların ortalarından başlayarak, en iyi generallerini ve bürokratlarını oraya gönderdi. Hatta, Ankara’dakine benzer bir konservatuar bile kurdurdu. Afganistan’a öğretmenler gönderdi.Ergin, bir ara duraladı ve yumuşak bir sesle, “Vizyona bakın. Atatürk, daha 1920’lerde bir ulus ve modern kurumlar teşkil edilmesine ihtiyaç duyulduğunu anlamıştı. Afgan gençleri, Türk askeri okullarına kaydoluyorlardı. Onun için Türkler açısından bir bakıma Afganistan’a geri dönüştür” dedi.
Türk ordusunda barış gücü operasyonlarının başkanlığını yapan General Bekir Kalyoncu’yu Genelkurmay’daki makamında ziyaret ettiğimde bana, Atatürk’ün geleceğe yönelik isabetli ve kuvvetli görüşlerini hatırlatarak, “Afganlarla tarihimiz eskilere dayanır” dedi ve şöyle devam etti: “Afgan kralı ile çok iyi ilişkilerimiz vardı. Atatürk, 1921’de, “örnek alay” olarak adlandırdığı bir birlik oluşturdu. Afganistan, askeri ve tıp öğrencilerini eğitim için Türkiye’ye göndermeye başladı. İnsanlar bugün Batı çile İslam arasındaki ‘medeniyetler çatışması”ndan söz ediyorlar. Oysa, İslamiyet’le dini, etnik ya da coğrafi hiçbir ihtilafı olmayıp terörizme karşı savaş veren tek ülke biziz.”Türk askerleri, Uluslar arası Güvenlik Yardım Kuvveti ya da ISAF’taki görevlerini yerine getirmek üzere Haziran ayı başlarında Afganistan’a gönderilmeye başlandığında, gazetelerde ve siyaset dünyasında dokunaklı anılar dile getirildi.Turkish Daily News gazetesinde geçenlerde yayımlanan bir yazıda şöyle deniliyordu: “Türkiye’nin, NATO ve diğer Avrupa kurumlarına üyeliğinin yanı sıra laik hükümet sistemine sahip tek Müslüman olması gerçeği, gerek Türk siyaset yapımcıları ve gerek uluslar arası gözlemciler tarafından sık sık tekrarlanmaktadır. Bu noktanın iki veçhesi vardır. Birincisi, Türkiye’nin koalisyonu desteklemesi, savaşın bir Müslüman-Hıristiyan hesaplaşması olmadığının kanıtıdır. İkincisi, Türk modeli, İslam’ın Taliban tarzına alternatif olarak gösterilmektedir.Türkiye, işte bu noktada, Orta Doğu’nun tamamında ve dünyanın gelişmeye çalışan diğer yerlerinde çok büyük bir kuvvetle görüntüye gelmektedir.Bazılarını usanmaksızın dünyada “Kalkınma için Müslüman modeli yoktur” şeklindeki ısrarlarına rağmen, aslında böyle bir model vardır. Hem laik hem demokratik olan, hem Müslüman hem Batı’nın parçası olan, hem Orta Asya ile ilişkili hem NATO (ve belki de yakında Avrupa Birliği) üyesi olan Türkiye, üzerinde çalışılacak modeldir.
Türk ordusu da zorluklara karşı kendi yeteneklerini sınamıştır. Ordu, Osmanlı İmparatorluğu’ndan modern demokrasiye geçiş yolunda üç kez Türk siyasetine müdahale etmiş, her defasında da ülkenin çöküş eşiğine geldiğinde ısrar ederek (ki Türklerin çoğu bu görüşe katılmaktadır) 1960, 1971, 180’de-ve neredeyse 1997’de-iktidarı üstlenmiştir. Ordu, her seferinde devleti demokrasiye döndürmüştür. Bu da kalkınmakta olan kaos içindeki ülkelerin taklit edeceği ve kendilerine örnek alacağı bir tecrübedir.Kişi, bu noktada,i birbiriyle tezat teşkile den geçmişe ve geleceğe yönelme gayretlerinde, Türkiye’nin ordusuna nasıl kucak açtığının eğitici örneğini görmektedir. Turkish Daily News’in yazdığı gibi, “Askerler, Batılıları ve yurtsever milliyetçiler olarak yeni yüzyıla girildiğinde, liberal demokrasinin Batı’nın tartışmasız siyasi felsefesi haline geldiğini anladı ve dolayısıyla şu sonuca vardılar ki Türkiye’de de mümkün olabilecek boyuta kadar, sivillerin askerlere olan üstünlüğü idame ettirilmelidir... Türkiye’deki son gelişmeler (...) kişiyi iyimser kılmaktadır.Atatürk, ülkesinin insanının rüyasında bile göremeyeceği ölçüde değiştiğini yaşayarak gördü. Ancak Atatürk, modernleşme teorilerinin ve kendi tecrübelerinin Afganistan’a da uzanması şeklindeki umudunun akıbetini göremedi.
Atatürk zamanındaki Afganistan –ki o zaman da krallıkla yönetiliyordu ama bir yandan da süratle kalkınıyordu- daha sonra krallığa karşı yapılan darbeler ve sonunda ortaya çıkan Sovyet etkisi ile kuvvetten düşmeye başladı ve bu durum da hem O’nun, hem diğer bir çok insanın rüyalarını mahvetti.Bu rüyaların bugün geri döndüğü söylenemez çünkü Afganistan’daki tahribat çok büyüktür. Ama şurası kesindir ki Atatürk bir kez daha haklı çıkmıştır.
Georgie Anne Geyer –Washington
Times