akla ziyan > kültür > Cennete Giden Yol (Roald Dahl)
Çeviren: Deniz Yönter * Orijinal adı: The Way Up to Heaven
Bayan Foster hep bir tren, uçak, gemi ve hatta bir tiyatro
oyununu kaçırma korkusu duydu. Başka konulara bu konuya yaklaştığı
kadar tedirgin yaklaşmıyordu, ama bu tür durumlara karşı içinde
filizlenen en küçük bir geç kalma düşüncesi onu öyle
sinirli bir hale sokardı ki, sonunda bir yeri seğirmeye başlardı.
Sol gözünün köşesinde titreyen küçük bir kastan öte bir
şey değildi bu, gizli bir göz kırpma gibiydi, fakat insanın
sinirlerini kaldıran şey, tren ya da uçağa veya herhangi bir
şeye zamanında yetişebildikten sonraki bir saat içinde bu seğirmenin geçmek bilmemesiydi.
Bazı insanlarda treni kaçırma gibi basit bir korkunun ciddi
bir takıntıya dönüşmesi gerçekten tuhaf bir şey. İstasyona
gitmek için evden çıkmaları gereken saatten en az yarım saat
önce Bayan Foster, çantası, paltosu ve eldivenleri ile tamamıyla
hazır bir halde asansörden çıkar, sonra hiç oturamaz,
durumunun gayet farkında olması gereken kocası, en nihayetinde
köşesinden çıkıp da soğuk ve kuru bir sesle "Belki de,
şimdi çıksak iyi olur değil mi?" diyene kadar bir odadan
diğerine endişeyle gider dururdu.
Bay Foster karısının bu aptallığına kızmakta herhalde haklı
olurdu; fakat karısını gereksiz yere bekleterek endişesini
daha da arttırması için hiçbir geçerli nedeni yoktu. Unutmayın,
böyle bir tutum içinde bulunduğunu kimse söyleyemez; ama ne
zaman bir yere gitseler, Bay Foster tam zamanı gelince harekete
geçer, bir ya da iki dakika geç kalır sizin anlayacağınız;
tavrı o kadar sinsidir ki , o mutsuz kadına, bile bile kendine
özgü, küçük, kötü bir işkence uygulamadığına inanmak
zordur. Tabi karısının, ona seslenip acele etmesini söylemeye
asla cesaret edemeyeceğini biliyor olmalıydı. Karısını bu
konuda fazlasıyla terbiye etmişti. En son dakikaya kadar ,
hatta biraz saati geçirene kadar beklemeye her zaman için hazır
olursa, karısının büyük ihtimalle isteri krizi geçireceğini
biliyordu. Evlilik hayatlarının son dönemlerindeki bir iki
yakaladığı fırsatta , sanki sırf zavallı kadının çektiği
eziyeti artırmak istermiş gibi, treni kaçırmayı istediğini
bile düşünebilirdiniz.
Kocasının kasti davrandığını düşünsek bile (yine de
bundan emin olamayız), onun bu tavrını mantıksız kılan bir
neden de, Bayan Foster'ın bu bastırılamayan küçük özelliği
hariç, kocasına karşı her zaman iyi ve sevgi dolu bir eş
olmasıydı. Otuz yılı aşkın bir süredir Bayan Foster kocasına
elinden gelen en iyi şekilde sadakatle hizmet etmişti. Bundan
hiç kuşku duyulamazdı. Bayan Foster'ın kendisi bile alçakgönüllü
bir kadındı ama bunun farkındaydı ve her ne kadar yıllardır
Bay Foster'ın, kendisine işkence ettiğini kabul etmek istememiş
olsa bile, bu konunun kafasını kurcaladığı anlar çoğalmıştı
son zamanlarda.
Neredeyse 70 yaşındaki Bay Eugene Foster, karısıyla New
York'ta, 62 numaralı Doğu Caddesi'nde, altı katlı geniş bir
evde oturuyordu ve dört tane hizmetçileri vardı. Kasvetli bir
evdi ve çok az insan onları ziyarete gelirdi. Fakat Ocağın şu
sabahında ev canlanmış ve büyük bir telaş yaşanmıştı.
Bir hizmetçi kız odalara yığınla örtü dağıtıyor, bir diğeri
de bu sırada bunları mobilyaların üzerine yerleştiriyordu. Kâhya
bavulları dolaptan indiriyor ve salona koyuyordu. Bayan Foster'ın
kendisi üstüne eski moda bir kürk, başına da siyah bir şapka
giymiş, bir o odaya bir bu odaya koşuyor ve işlerin yürütülmesini
denetliyormuş pozundaydı. Ama aslında kafası sadece, kocası
çalışma odasından bir an önce çıkmaz ve hazırlanmazsa, uçağa
geç kalacağı düşüncesiyle doluydu.
Bayan Foster kâhya yanından geçerken ona, "Saat kaç,
Walker?" diye sordu.
"Dokuzu on geçiyor, efendim."
"Peki araba geldi mi?"
"Evet, efendim. Dışarıda bekliyor. Bavulları şimdi
koyacağım."
"Idlewild Havaalanına gitmek bir saat alır" dedi
Bayan Foster. "Uçağım on birde kalkıyor. Resmi işlemleri
halletmek için yarım saat önce orada olmam gerek. Geç kalacağım.
Biliyorum, biliyorum, geç kalacağım."
Kahya kibarca, "Bence daha yeterince zamanınız
var,efendim," dedi. " Bay Foster'a saat dokuz on beşte
evden çıkmanız gerektiğini hatırlattım. Şu an hâlâ beş
dakikanız var."
"Evet, biliyorum, Walker, biliyorum. Sen yine de bavulları
çabuk yerleştiriver olur mu?"
Bayan Foster salon boyunca bir aşağı bir yukarı yürümeye başladı
ve kâhya ne zaman gelse ona saati sordu. Bu uçak, diyordu
kendikendine, kaçırmamam gereken tek uçak. Kocasından gitmek
için izin koparabilmek aylarını almıştı.
Eğer bu uçağı kaçırırsa kocası rahatlıkla gitme işini
iptal etmesini isteyebilirdi.
İşin en kötü tarafı, Bay Foster havaalanına kadar onu uğurlamaya
gelmekte ısrar ediyordu.
Bayan Foster sesli bir biçimde, "Hay Allah'ım" dedi.
"Uçağı kaçıracağım. Biliyorum. Eminim uçağı kaçıracağım."
Sol gözünün yanındaki kas deli gibi seğirmeye başlamıştı
şimdi. Gözleri ha yaşardı ha yaşaracak.
"Saat kaç, Walker?"
"0n sekiz geçiyor, efendim."
"Ama şimdi gerçekten kaçıracağım uçağı," diye
bağırdı Bayan Foster. "Ah! Gelse keşke."
Bu yolculuk Bayan Foster için önemliydi. Bir Fransız ile evli
olan kızını, tek çocuğunu görmek için yanlız başına
Paris'e gidiyordu. Bayan Foster'ın Fransızlarla özel bir
ilgisi yoktu, fakat kızına çok düşkündü ve üç torunuyla
ilgilenme özlemiyle yanıp tutuşuyordu. Torunlarını sadece, kızından aldığı bir sürü fotoğraftan biliyordu ve bu fotoğrafları
evin her bir yerine koyuyordu. Güzel çocuklardı Bayan Foster'ın
torunları. Bayan Foster torunlarına aşırı bir sevgiyle bağlıydı,
ne zaman yeni fotoğraf gelse, bunları el altında tutar, uzun süre
oturup fotoğraflara hayranlıkla bakar ve o küçük yüzlerde
soylarına çektiklerine kanaat getireceği her işareti arar
dururdu. Hele şimdi, şu sıralar, yaşamının geri kalan kısmını
bu çocuklardan uzakta bir yerde, onların kendisini ziyaret
edemeyeceği, kendisinin onları yürüyüşe çıkaramayacağı,
onlara gidip de hediyeler alamayacağı ve onların büyümelerini
izleyemeyeceği bir yerde geçirmek istemediği duygusunu içinde
daha da fazla hissediyordu. Biliyordu elbet, kocası hala
hayattayken böyle şeyler düşünmesi yanlış ve sadakatsizce
bir davranıştı. Şunu da biliyordu ki, kocası artık çalışma
hayatının içinde olmasa da, New York'u terk etmeye ve Paris'te
yaşamaya razı olmazdı asla. Bayan Foster'ın Paris'e yalnız
başına uçup kızını ziyaret amacıyla orada altı hafta geçirmesi
fikrini kabul etmiş olması bile bir mucizeydi. Ah, Bayan Foster
ne kadar isterdi ömrünün geri kalanını hep orada geçirsin
ve her zaman onlara yakın olsun.
"Walker, saat kaç?"
"Yirmi iki geçiyor, efendim."
Kâhya konuşurken, bir kapı açıldı ve Bay Foster salondan içeri
girdi. Bir süre durdu ve dik dik karısına baktı; karısı da
ona, sakallı geniş yüzü şaşılacak derecede Andrew
Carnegie'nin eski fotoğraflarına benzeyen bu küçük, yaşlı
fakat hâlâ bakımlı olan adama baktı.
"Hmm..."dedi Bay Foster. Eğer o uçağa yetişmek
istiyorsan, belki de bir an önce yola koyulmalıyız diye düşünüyorum."
"Evet, hayatım, evet! Her şey hazır. Araba
bekliyor."
"Güzel," dedi Bay Foster. Başı bir tarafına eğik
bir şekilde karısını dikkatle izliyordu. Başını hafifçe
yana yatırıp sonra ufak hareketlerle ileri geri sallamak gibi
tuhaf bir huyu vardı Bay Foster'ın. Bu yüzden ve bir de
ellerini vücudunun üst ön kısmında, göğsüne yakın
kenetlediği için; orada, ayakta dikilmiş bir sincabı andırcasına
durmaktaydı, Park'taki hızlı, kurnaz, yaşlı sincaplar gibi.
"İşte Walker paltonu getirdi hayatım. Hadi giy."
"Biraz sonra size yetişirim. Ellerimi yıkayacağım."
Bayan Foster kocasını bekledi, uzun boylu kâhya da paltoyu ve
şapkayı tutarak onun yanında duruyordu.
"Walker,sence kaçırır mıyım?"
"Hayır, efendim" dedi kâhya. "Bence yetişeceksiniz."
Sonra Bay Foster tekrar geldi ve kâhya paltosunu giymesine yardımcı
oldu. Bayan Foster hızla dışarı çıktı ve kiraladıkları
Cadillac'a bindi. Kocası da arkasından geliyordu, fakat evin
merdivenlerinden yavaş yavaş inerken yarıyolda da gökyüzünü
incelemek ve soğuk sabah havasını koklamak için durdu.
"Biraz sis var gibi," dedi arabada karısının yanına
otururken. "Havaalanının orası daha da beterdir. Uçuş
daha şimdiden iptal edilirse hiç şaşırmam."
"Böyle konuşma hayatım, rica ediyorum ."
Araba ırmağın üzerinden Long Island'a geçene kadar hiç konuşmadılar.
"Hizmetçilerle ilgili her şeyi ayarladım." dedi Bay
Foster. "Hepsi bugün gidiyorlar. Altı haftalık ücretin
yarısını verdim ve Walker'a, onları tekrar ne zaman çağıracağımıza
dair bir telgraf çekeceğimi söyledim."
"Evet, biliyorum. Bana söyledi.
"Bu akşam kulübe taşınacağım. Kulüpte kalmak hoş bir
değişiklik olacak."
"Evet hayatım. Sana mektup yazacağım."
"Arada sırada her şey yolunda mı diye bakmak ve mektupları
almak için eve uğrayacağım."
Bayan Foster uysalca "Walker sürekli kalsa ve eve göz
kulak olsa daha iyi olmaz mıydı?" diye sordu.
"Saçma. Bu çok gereksiz. Zaten o durumda tam ücret ödemek
zorunda kalırdım."
"Ah evet," dedi Bayan Foster. "Haklısın."
Bay Foster kesin bir dille, "Dahası bir insanı bir evde
yalnızbaşına bırakırsan neler yapabileceğini asla
bilemezsin," dedi ve ardından bir puro çıkardı, ucunu gümüş
bir kesici ile kırptıktan sonra altın bir çakmakla puroyu
yaktı.
Bayan Foster , elleri örtünün altında sıkıca kenetlenmiş arabada oturuyordu.
"Bana yazacak mısın?" diye sordu Bayan Foster.
"Bakalım," dedi Bay Foster. "Ama yazacağımdan şüpheliyim. Haber verecek belirli bir şey yoksa mektup yazmam bilirsin."
"Evet hayatım, biliyorum. Boşuna zahmete girme o zaman."
Araba Queen's Bulvarı boyunca ilerledi ve Idlewild'ın bulunduğu
alçak ve düz araziye yaklaştıkça sis daha da yoğunlaştı;
yavaşlamak zorunda kaldılar.
"Hay allah!" diye bağırdı Bayan Foster. "Uçağı kaçıracağım, biliyorum! Saat kaç?"
"Yaygarayı bırak" dedi yaşlı Bay Foster.
"Zaten bu telaşın boşuna. Uçuş iptal edilmiştir bile.Böyle bir havada asla uçak kaldırmazlar. Neden havaalanına
gitme zahmetine girdin anlamıyorum ya."
Bayan Foster tam emin değildi ama sanki kocasının ses tonunda
ani bir farklılık kulağına çalındı, dönüp kocasına baktı.
Bütün o saç sakalın altında kocasının yüz ifadesindeki
herhangi bir değişikliği seçmek kolay değildi. Ama önemli
olan ağızdı. Bayan Foster, bu ağzı, daha önce sık sık
baktığı bu ağzı, yine net bir şekilde görebilmeyi istedi.
Bay Foster'ın, çok kızgın olduğu anlar hariç, gözlerinde
hiçbir duygu belli olmazdı.
"Tabii," diye devam etti Bay Foster, "kalkacak olsa, o zaman telaşına hak veririm, -ama o uçağa binemeyeceksin. Neden bunu kabul etmiyorsun?"
Bayan Foster öbür tarafa döndü ve tüm dikkatiyle camdan dışarı,
sise baktı.
Onlar ilerledikçe sis daha da artıyor gibiydi ve Bayan Foster o
anda sadece yolun kıyısını ve ötesindeki çimenlik arazinin
sınırını seçebiliyordu. Kocasının hala kendisine baktığını
biliyordu. Kendisi de kocasına baktı tekrar ve bu sefer kocasının
, sol gözünün köşesinde seğirmekte olduğunu hissettiği
kasa gözlerini diktiğini korkuyla fark etti.
"Tamam mı?"
"Ne tamam mı?"
"Uçak kalkarsa kaçıracağına kuşku yok. Bu allahın belası sis içinde daha hızlı süremeyiz."
Bay Foster karısıyla daha fazla konuşmadı. Araba ağır aksak
yoluna devam etti. Şoförün, yolun kıyısını aydınlatan sarı
bir farı vardı, bu far ilerlemesine yardımcı oluyordu. Bazısı
beyaz bazısı ise sarı olan öteki ışıklar sisin içinden çıkarak
onlara doğru geliyorlardı, hele bir tane çok parlak ışık bütün
yol boyunca onları yakından takip etmişti.
Birden şoför arabayı durdurdu.
"İşte!" diye bağırdı Bay Foster. "Sıkıştık.
Biliyordum."
"Hayır efendim" dedi şoför arkasına dönerek.
"Gelmeyi başardık. Havaalanı burası."
Hiçbir şey söylemeden Bayan Foster kendini dışarı attı ve
hızla binanın ana girişine doğru yöneldi. İçeride bir sürü
insan vardı, çoğu huzursuz bilet gişeleri etrafında bekleşiyordu.
Bayan Foster kalabalığı iterek kendine yol açtı ve gişe
memuru ile konuştu.
"Evet," dedi memur. " Uçuşunuz bir süre için ertelendi. Fakat lütfen hemen ayrılmayın. Hava her an düzelebilir."
Bayan Foster hâlâ arabada olan kocasının yanına döndü ve
ona durumu iletti. "Sen beni bekleme canım," dedi.
"Buna hiç gerek yok."
"Beklemeyeceğim," diye cevap verdi kocası. "Tabi
şoför beni geri götürebilirse.
Beni geri götürebilir misiniz şoför bey?"
"Götürebilirim herhalde," dedi şoför.
"Bavulları çıkardınız mı?"
"Evet efendim."
"Hoşçakal hayatım," dedi Bayan Foster, arabaya doğru
eğilerek ve kocasının yanağındaki sert gri sakalın üzerine
küçük bir öpücük kondurarak.
"Güle güle," dedi Bay Foster . "İyi yolculuklar."
Araba uzaklaştı ve Bayan Foster yalnız kaldı.
Günün geri kalan kısmı tam bir işkence oldu Bayan Foster'a.
Bir bankta, havaalanı gişesine mümkün olduğu kadar yakın
olan bir bankta saatlerce oturdu. Her yarım saatte bir yerinden
kalkıyor ve memura durumun değişip değişmediğini soruyordu.
Her defasında aynı yanıtı aldı Bayan Foster, yani beklemeye
devam etmesi gerektiği ve havanın her an açabileceği yanıtını.
Nihayet uçuşun ertesi gün sabah on bire ertelendiği duyurulduğunda saat akşamın altısına geliyordu.
Bayan Foster anonsu duyduğunda ne yapması gerektiğini tam
olarak
kestiremedi. En az bir yarım saat daha bankta oturarak karasızlık
içinde ve yorgun bir halde, geceyi geçirmek için nereye
gidebileceğini düşündü. Havaalanından ayrılma fikrinden
nefret ediyordu. Kocasını görmek de istemiyordu. İçi, şu ya
da bu şekilde Bay Foster'ın, Fransa'ya gitmesini engellemeyi başaracağı korkusuyla doluydu. Şu an nerede bulunuyorsa orada kalmayı,bankın üzerinde oturarak bütün geceyi orada geçirmeyi çok
isterdi. En sağlam yol buydu. Fakat daha şimdiden yorgunluktan
ölüyordu ve kendisi gibi yaşını almış bir bayan için böyle
bir şey yapmanın gülünç olduğunu anlaması çok zamanını
almadı. Sonunda telefona doğru gitti ve evi aradı.
Kocası, klübe gitmek için evden çıkmak üzereydi ve telefona
kendisi cevap verdi. Bayan Foster ona durumu anlattı ve
hizmetkarların hâlâ evde olup olmadığını sordu.
"Hepsi gittiler," dedi Bay Foster.
"O zaman canım, geceyi geçirmek için kendime bir otel odası ayarlayacağım
Sakın bunu kendine dert etme tamam mı?"
"Aptallık etme," dedi Bay Foster. "Burada kocaman
bir ev seni beklerken
gelmemezlik edemezsin."
"Ama hayatım, ev boş olacak."
"O zaman ben de seninle kalırım."
"Evde hiç yemek yok. Hiçbir şey yok."
"Öyleyse gelmeden önce yemek ye bir yerde. Aptal olma hanım.
Kuruntu yapmak için vesile arıyorsun her fırsatta."
"Evet" dedi Bayan Foster. "Özür dilerim. Buradan kendime bir sandviç alırım ve sonra eve dönerim."
Dışarıda sis biraz dağılmıştı, yine de taksi ile eve geri
dönüşü uzun sürdü ve Altmışikinci Cadde üzerindeki evine
döndüğünde saat bayağı geç olmuştu.
Kocası, Bayan Foster'ın geldiğini duyduğunda çalışma odasından
fırladı. "Hmm," dedi çalışma odasının kapısından bakarken, "Paris nasıldı?"
"Yarın sabah on birde gidiyorum. Bu sefer kesin."
"Tabii eğer sis dağılırsa."
"Şimdiden dağılıyor bile. Rüzgâr esmeye başladı."
"Yorgun görünüyorsun," dedi Bay Foster. "Zor
bir gün geçirmişsin belli."
"Pek iyi geçtiğini söyleyemem doğrusu. Galiba dosdoğru
yatmaya gideceğim."
"Yarın sabah için bir araba kiraladım," dedi Bay
Foster. "Saat dokuz için."
"Çok teşekkür ederim, hayatım. Ama yollara düşüp beni uğurlama zahmetine girmeyeceğini umuyorum."
"Hayır," dedi Bay Foster yavaşça. "Gelmemherhalde. Ama yolunuzun üzerinde beni kulübe bırakmanız çok iyi olur."
Bayan Foster kocasına baktı ve Bay Foster o an kendinden çok
uzakta, bir sınırın ötesinde duruyormuş gibi geldi ona.
Birden öyle küçülmüş, öyle uzaklaşmıştı ki, Bayan Foster kocasının ne yaptığını, ne düşündüğünü, hatta kim olduğunu kestiremedi.
"Kulüp kent merkezinde," dedi Bayan Foster.
"Havaalanının yolu üzerinde değil ki."
"İyi de yeterince zamanın olacak, hayatım. Beni klübe bırakmak
istemiyor musun yoksa?"
"Ah, elbette bırakırız."
"Güzel. O zaman yarın dokuzda görüşürüz."
Bayan Foster ikinci kattaki yatak odasına çıktı. O günün
yorgunluğuyla, kafasını yastığa koyar koymaz uykuya daldı.
Ertesi sabah Bayan Foster erkenden uyandı. Saat sekiz buçukta
çoktan aşağıya inmişti ve çıkmaya hazırdı.
Dokuzu biraz geçe Bay Foster da indi. "Kahve yaptın mı?"
diye sordu.
"Hayır, hayatım. Kulüpte hoş bir kahvaltı yapacağını
düşündüm. Araba geldi, bir süredir bizi bekliyor. Ben de çıkmaya
hazırım."
Giriş holünde - bu aralar bu holde çok sık biraraya geliyorlardı sanki - Bayan Foster, şapkası, paltosu ve çantasıyla, Bay Foster da Edward dönemi tarzı, yüksek yakalı , tuhaf kesimli ceketiyle dikiliyorlardı.
"Bavulların nerde?"
"Havaalanında."
"Ah, evet," dedi Bay Foster. "Doğru ya! İlk önce beni kulübe bırakacağınıza göre bence hemen yola çıksak iyi olur değil mi?"
"Evet!" diye bağırdı Bayan Foster. "Evet,gidelim, lütfen."
"Yanıma bir kaç puro alacağım. Hemen gelirim. Siz arabaya binin."
Bayan Foster döndü, evden çıkarak arbanın şoförüne yöneldi.
Şoför de kendisine yaklaşan Bayan Foster'a arabanın kapısını
açtı.
"Saat kaç?" diye sordu Bayan Foster toföre.
"Dokuzu çeyrek geçiyor."
Beş dakika içinde Bay Foster yanlarına geldi, Bayan Foster
kocasının merdivenden yavaş yavaş inişini izlerken, soba
borusu paçalı pantolonunun içinde bacaklarının keçi bacaklarına benzediğini fark etti. Bir önceki gün yaptığı gibi Bay Foster, merdivenlerin ortasında, havayı koklamak ve gökyüzünü incelemek için durdu. Hava hâlâ kapalı sayılırdı, fakat nemin içinden soluk bir güneş ışığı hüzmesi süzülüyordu.
"Belki de bugün şansın açıktır," dedi Bay Foster arabada karısının yanına yerleşirken.
"Acele edin, lütfen," dedi Bayan Foster şoföre.
"Örtüyü dert etmeyin, ben hallederim.
Siz yola devam edin. Geç kaldım."
Şoför direksiyon başına geçti ve motoru çalıştırdı.
"Bir dakika !" dedi Bay Foster aniden. "Biraz durur musunuz lütfen!"
"Ne oldu, hayatım ?" Bayan Foster, kocasının palto ceplerini aradığını gördü.
"Ellen' a vermeni istediğim küçük bir hediye vardı,"
dedi Bay Foster. "Nereye koydum onu? Aşağıya gelirken elimde olduğuna eminim."
"Elinde bir şey olduğunu hiç görmedim. Nasıl bir hediye bu?"
"Beyaz kağıtla kaplanmış küçük bir kutu. Dün sana vermeyi unutmuştum. Bugün de unutmak istemiyorum."
"Küçük bir kutu!" diye bağırdı Bayan Foster.
"Hiç küçük bir kutu görmedim!" Bayan Foster arabanın
arkasında deliler gibi aramaya başladı.
Kocası paltosunun ceplerini aramaya devam ediyordu. Sonra
paltosunun düğmelerini çözdü ve ceketini yokladı.
"Bulamıyorum. Yatak odamda unutmuş olmalıyım. Hemen dönerim."
"Ah, lütfen!" diye bağırdı Bayan Foster.
"Zamanımız kalmadı! Bırak onu şimdi, postayla gönderirsin!
Yine o saçmasapan taraklardan gönderiyorsundur. Sürekli kızına
tarak hediye ediyorsun."
"Tarağın nesi varmış söyler misin?" dedi Bay Foster, karısının kendini tutamamasına çok sinirlenmişti.
"Bir şeyi yok canım, fakat . . . "
"Burada bekle!" diye emretti Bay Foster. "Alıp geleceğim."
"Çabuk ol, hayatım! Ah, lütfen çabuk ol!"
Bayan Foster oturduğu yerde bekleyip duruyordu.
"Şoför Bey, saat kaç?"
Adamın kol saati vardı, "Galiba dokuz buçuk."
"Bir saat içinde havaalanına gidebilir miyiz?"
"Ancak yetişiriz."
Tam o anda Bayan Foster, kocasının oturduğu koltuğun iç kısmına
doğru sıkıştırılmış bir şeyin beyaz ucunu fark etti.
Uzandı ve beyaz kağıtla kaplanmış küçük bir kutu çıkardı,
aynı anda bir şey fark etti, kutu sanki bir el onu itince derin
bir biçimde içe göçmüş gibi bir şekil almıştı.
"İşte burada!" diye bağırdı Bayan Foster.
"Buldum onu! Allahım, şimdi yukarıda bunu arayıp duracak! Şoför Bey, bir koşu gidip onu aşağıya çağırabilir misiniz, lütfen?"
Küçük, asi bir İrlanda ağzına sahip olan şoför, olup bitenle fazla ilgilenmiyordu, yine de arabadan çıkarak merdivenleri tırmanıp evin kapısına ulaştı. Sonra gerisin geriye döndü ve, "Kapı kilitli," dedi. "Anahtarınız var mı?"
"Evet, bekleyin bir dakika." Bayan Foster çılgınca çantasını aramaya başladı. Küçük yüzü tedirginlikten büzülmüş,dudaklarıysa bir çaydanlığın ağzı gibi öne doğru çıkmıştı.
"İşte buldum! Hayır, kendim gideceğim. Zaman kazanırız. Nerede olduğunu biliyorum."
Bayan Foster arabadan fırladı , bir elinde anahtar merdivenlerden çıkıp ön kapıya ulaştı. Anahtarı kilide sokup döndürmek üzereydi ki, birden durdu. Kafasını yukarı kaldırdı ve orada hiç hareket etmeden durdu, bütün vücudu tüm bu anahtarı çevirme ve içeri girme telâşı içinde donup kalmıştı ve Bayan Foster bekledi, beş altı, yedi,
sekiz, dokuz, on saniye bekledi. Orada, başı yukarıda, vücudu
çok gergin ayakta dururken, sanki biraz önce evin içinde çok
uzaktan gelen bir sesi tekrar duymak ister gibiydi.
Evet , besbelli dinliyordu. Bütün tavırları dinlediğini gösteriyordu.
Bir kulağını kapıya daha çok yaklaştırırmış gibi görünüyordu
aslında. Şimdi kulağını kapıya dayamıştı ve bir iki
saniye daha o şekilde başı havada, kulağı kapıda, eli
anahtarda, girmek üzere olup da girmeyerek, sadece evin
derinliklerinde bir yerden belli belirsiz gelen sesleri dinler ve
anlamaya çalışır vaziyette durdu.
Sonra Bayan Foster gerçek hayata geri döndü . Anahtarı kapıdan
çekti ve merdivenlerden indi.
"Çok geciktik!" diye bağırdı şoföre. "Onu
bekleyemeyeceğim. Bekleyemem yoksa uçağı kaçırırm. Acele
edin şoför bey! Havaalanına, çabuk!"
Şoför Bayan Foster'a dikkatle bakıyor olsaydı, yüzünün
bembeyaz kestiğini ve tüm yüz ifadesinin aniden değiştiğini
fark edebilirdi. O yumuşak ve aptal bakışlardan eser kalmamıştı.
Yüz çizgilerine tuhaf bir sertlik gelmişti. Çoğunlukla sarkık
görünen o küçük dudakları, şimdi gergin ve ince görünüyor,
gözleri parlıyordu ve konuşurken sesine yeni otoriter bir ton
eklenmişti.
"Acele edin, şoför bey, acele!"
"Kocanız sizinle seyahat etmiyor mu?" diye sordu adam,
şaşkındı.
"Tabi ki hayır! Onu sadece klübe bırakacaktık.Ama
gitmemiz sorun olmaz. Anlayış gösterecektir. Bir taksi tutar kendine. Orada öyle oturmayın beyefendi. Hadi sürün!
Paris uçağını yakalamam gerek."
Arka koltuktan ona acele etmesini söyleyen Bayan Foster ile şoför
hızla havaalanına gittiler ve Bayan Foster'a oyalanacak bir kaç
dakika daha zaman kaldı. Kısa bir süre sonra kendisi Atlantik
üzerinde, bir uçağın koltuğuna rahatça yerleşmiş bir
halde motorların sesini dinliyor ve nihayet Paris'e doğru yol
alıyordu.
Bu yeni ruh hali hâlâ üzerindeydi. Kendini oldukça güçlü
ve tuhaf biçimde çok iyi hissediyordu. Koşuşturmadan dolayı
biraz nefessiz kalmıştı, ama daha çok yaptığı şeyden
dolayı duyduğu o katışıksız şaşkınlıktan kaynaklanıyordu
bu durum. Uçak New York'tan ve Doğu Caddesi 62 numaradan uzaklaştıkça Bayan Foster kendini son derece rahat hissetmeye başlamıştı. Paris'e vardığında dileyebileceği ölçüde güçlü, sakin ve rahattı.
Torunlarıyla buluştu Bayan Foster, fotoğraflarından çok daha
güzeldi bu etten kemikten torunlar. Melekler gibiydiler, böyle
diyordu kendi kendine, o kadar güzeldiler işte. Her gün onları
yürüyüşe çıkarıyor, onlara kekler yediriyor, hediyeler alıyor
ve ilginç hikayeler anlatıyordu.
Haftada bir kere, salı günleri kocasına mektup yazıyordu, hoş,
gevezelik dolu bir mektup, yeni haberlerle ve dedikoduyla dolu,
her zaman, 'Öğünlerini düzenli yemeye özen göster, hayatım,
korkarım ben yanında yokken dikkat ettiğin en son şey bu
oluyor,' sözleriyle biten tarzda.
Altı hafta sonra Bayan Foster'ın Amerika'ya, kocasının yanına
dönme zamanı geldiğinde herkes üzülmüştü. Bayan Foster'ın
kendisi dışında herkes. Kendisinin bu durumdan herkesin ondan
beklediği kadar etkilenmemesi şaşılacak şeydi, allahaısmarladık
demek için herkesi öperkenki tutumu ve söyledikleri, sanki yakın
bir gelecekte dönme ihtimali olduğuna işaret ediyodu.
Ama sadık bir eşin örnek tavrıyla, kalma süresini uzatmaya
kalkmadı. Geldiğinin tam altı hafta sonrası, kocasına bir
telgraf çekti ve New York'a giden uçağa bindi.
Idlewild'a vardığında, kendisini karşılayacak bir arabanın
olmamasını Bayan Foster ilgiyle gözlemledi. Bu durumun onu bir
nebze eğlendirmiş olması da mümkündür. Fakat Bayan Foster
oldukça sakindi ve bavullarının taksiye yerleştirilmesine
yardımcı olan taşıyıcıya yüklü bahşiş vermedi.
New York Paris'ten daha da soğuktu ve sokakların kenarlarında
yığın yığın kirli kar vardı. Taksi altmış iki numaralı
sokaktaki eve vardı ve Bayan Foster şoförü, iki büyük
bavulunu merdivenlerin tepesine taşımaya razı etti. Taksiciye
ödemeyi yaptıktan sonra zili çaldı. Bekledi ama cevap yoktu.
Emin olmak için tekrar zile bastı, zilin sesinin evin arka
tarafındaki yemek takımlarının bulunduğu odada çınladığını
duyabiliyordu. Fakat kapıyı açan yoktu hâlâ.
Bayan Foster anahtarını çıkardı ve kapıyı kendi açtı.
Gördüğü ilk şey mektup kutusundan kayarak yere düşen bir yığın
mektuptu. Ortalık karanlık ve soğuktu. Büyük sarkaçlı
saatin üzerinde hala tozdan korumak için örtülmüş örtü
duruyordu. Soğuğa rağmen evin havası tuhaf biçimde ağırdı
ve bunaltıcıydı ve daha önce hiç duymadığı hafif, acayip
bir koku vardı.
Giriş holünü çabucak geçti ve evin arka tarafına doğru,
soldaki bir köşeyi dönerek bir süre gözden kayboldu. Bunu
yapmasında belli bir amaç ve kasıt var gibiydi; bir
dedikodunun doğru olup olmadığını veya bir kuşkunun gerçeklik
payını araştıran bir kadın havası vardı üzerinde. Bir kaç
saniye sonra döndüğünde yüzünde küçücük bir memnuniyet
ifadesi seçiliyordu.
Giriş holünün ortasında durdu, şimdi ne yapması gerektiğini
düşünür gibiydi. Sonra aniden döndü ve holü boylu boyunca
geçerek kocasının çalışma odasına girdi. Masada kocasının
adres defterini buldu, bir süre sayfaları karıştırdıktan
sonra, bir telefon numarası buldu ve bu numarayı çevirdi.
"Alo," dedi Bayan Foster. "Alo, burası Doğu
Caddesi no altmış iki. . . . Evet, doğru. Hemen birini
yollayabilir misiniz? Evet, ikinci ve üçüncü katlar arasında
sıkışmış. Aslında gösterge böyle gösteriyor. . . . Hemen
mi? Çok naziksiniz. Bacaklarım eskisi gibi merdiven çıkamıyor
tahmin edersiniz. Çok teşekkür ederim. İyi günler."
Bayan Foster ahizeyi yerine koydu, kocasının masasına oturdu
ve asansörü onarmaya gelecek adamı sabırla beklemeye başladı.