akla ziyan > kültür > Tünel Boyunca (Doris Lessing)

Çeviren: Deniz Yönter * Orijinal adı: Through the Tunnel
Tatilin ilk sabahı sahile doğru giderken, İngiliz oğlan patikanın üzerindeki bir dönemeçte durdu ve aşağıdaki vahşi görünümlü büyük kayalık koya baktı, sonra gözlerini önceki yıllardan çok iyi bildiği o insan kaynayan plaja çevirdi. Annesi bir elinde parlak çizgili bir çanta, yürüyordu önünden. Botta sallanmakta olan öteki kolu güneşte çok beyaz görünüyordu.
Çocuk, bu beyaz çıplak kolu seyretti, sonra gözlerinde memnuniyetsiz bir bakışla bir büyük koya, bir annesine baktı. Annesi çocuğun yanında olmadığını fark ettiğinde aniden döndü. "Ah, buradaymışsın Jerry!" dedi. Sabırsız görünüyordu kadın, sonra gülümsedi. "Neden durdun, hayatım, benimle gelmeyi istemiyor musun? Yoksa başka bir şey-" Kaşları çatıldı, tedirginlikle ve dikkatle, çocuğun, gizlice arzulayabileceği ve kendisi çok meşgul ya da çok dikkatsiz olduğu için aklına bile gelmeyen ne gibi eğlenceler tasarlamış olabileceğini düşündü. Çocuk annesinin bu endişeli, mahçup gülümsemesini iyi biliyordu. Pişmanlık duygusu ile annesinin peşinden koştu yine. Ama yine de koşarken omzunun üzerinden o vahşi görünümlü büyük koya tekrar baktı ve bütün sabah boyunca güven içindeki plajda oynarken onu düşünüp durdu.
Ertesi gün yüzme ve güneşlenme döngüsü için zaman gelip çattığında annesi, "Hep gittiğimiz plaj seni sıkıyor mu, Jerry? Başka yere gitmek ister misin?" diye sordu.
"Ah, hayır!" dedi çocuk çabucak ve gülümsedi annesine, her zaman olduğu gibi vicdanının sesini dinlemişti - bir tür şövalyelikti bu yaptığı. Yine de patikadan aşağıya annesiyle beraber yürürken pat diye, "Aşağıdaki kayalara gidip bakmak istiyorum," dedi.
Bu fikir annesini düşündürdü. Vahşi görünen bir yerdi ve orada kimsecikler yoktu, buna rağmen, "Tabii Jerry. Sıkıldığında plaja gel. Ya da doğrudan yazlığa dön, nasıl istersen öyle yap." Annesi yürüdü gitti, sallanan çıplak kolu dünkü güneşin altında biraz pembeleşmişti. Jerry neredeyse annesinin yalnız gitmesine dayanamayarak arkasından koşacaktı; ama koşmadı.
Kadın düşünüyordu, tabii ki bensiz durabilecek yaşa geldi. Hep benimle kalmasını mı istiyorum? Benim yanımda olmak zorunda hissetmemeli kendini. Dikkat etmeliyim.
Daha çocuktu. Jerry, on bir yaşındaydı. Kendisi de duldu. Çok korumacı ya da çok ilgisiz bir anne olmamaya çalışıyordu. Endişeli bir halde plaja gitti.
Çocuk ise annesi plaja ulaşır ulaşmaz, büyük koydan inen yoldan aşağı inmeye başladı. Bulunduğu yüksek, kırmızı kahverengi kayalıkların oradan aşağısı bir kâsede devinen beyazla saçaklanmış mavimsi yeşil sudan ibaretti. Daha da indikçe, büyük koyun, engebeli, sivri kayalardan oluşan küçük koylar ve ucu yüksek burunlardan oluştuğunu gördü, dalgaların hafif hafif çarptığı sert fakat çabuk ufalanan yüzeyde ise mor ve koyu mavi lekeler fark etti. Sonunda, son birkaç metreyi kayarak ve ayaklarını sürte sürte inerken, kıyıya vuran beyaz, köpüklü bir dalgayı, suyun beyaz kum üzerindeki ışıklı salınımını ve daha ötede de daha koyu, yoğun maviliği gördü.
Doğruca suya koştu ve yüzmeye başladı. İyi yüzerdi. Parlayan kumun üzerinden, büyük koyun orta noktasında, suyun altında renksiz canavarlar gibi duran kayaların üzerinden hızla yüzdü ve sonra açık denize çıktı - suyun derinliklerindeki düzensiz soğuk akıntıların ayaklarını üşüttüğü sıcak bir denizdi bu.
Sadece büyük koyu değil, yüksek burunun öbür tarafını, yani plajın olduğu yeri görebilecek kadar uzağa geldiğinde, suyun yüzeyinde batmadan durdu ve annesini aradı. İşte oradaydı, portakal dilimi gibi görünen bir şemsiyenin altında sarı bir leke halinde. Kıyıya doğru yüzdü , annesinin orada olduğunu görünce rahatlamıştı; fakat birden çok yalnız hissetti.
Yüksek burnun öteki tarafında kalan, koyun kenarını belirleyen küçük burunda, dağınık bir halde serpilmiş kayalar vardı. Üst taraflarında birkaç çocuk soyunuyor, bütün giysilerini çıkarıyorlardı. Çırılçıplak koşarak kayalara doğru indiler. İngliz oğlan doğru yüzdü ve bir taş atımlık mesafede durdu. Bu kıyının insanlarıydılar, hepsi kapkara yanmıştı ve anlamadığı bir dil konuşuyorlardı. Onlarla birlikte olma isteği tüm benliğini sardı. Biraz daha yakına yüzdü; döndüler, karanlıkta kalan kısık ve tetikteki gözlerle izlediler onu. Sonra bir tanesi güldü ve el salladı.Bu kadarı yetmişti. Bir iki dakika içinde oradaydı, kayaya çıkıp yanlarına geldi, aralarına katılma arzusunun belirtisi olan, tedirgin ve karamsar bir gülümseme vardı yüzünde. Neşeli bağırışmalarla onu selamladılar, ama çocuğun yüzündeki o tedirgin, anlamadığını gösteren gülümseme yüzünden, çocuklar onun sahilinden uzaklaşmış bir yabancı olduğunu anladılar ve onu unutmaya karar verdiler. Fakat çocuk yine de mutluydu.. Onlarla birlikteydi.
Yüksek bir noktadan aşağıdaki mavi denize, sert yüksek kayaların arasına atlayıp duruyorlardı. Dalıp çıktıktan sonra kayanın çevresinden dolanıp üzerine çıkarak tekrar dalmak için sıralarını bekliyorlardı. Büyük çocuklardı, Jerry'ye sorarsanız kocaman adamdılar. Kendisi de daldı, seyrettiler onu, yerine dönmek için kayanın çevresinden dolanıp geldiğinde ona yer verdiler. Jerry kendini kabul ettiklerini hissetti, dikkatle daldı yine ve kendisiyle gurur duydu.
Kısa bir süre sonra aralarından en büyükleri kayanın kenarına geldi, kendini suya attı ve bir daha yüzeye çıkmadı. Ötekiler bekleyip seyrettiler. Jerry atlayan çocuğun ıslaklıktan yapışmış kahverengi saçlarını suyun üzerinde göreceği anı bekledikten sonra bağırarak uyardı çocukları. Ona boş boş baktılar ve bakışlarını tekrar suya çevirdiler. Uzun bir süre sonra çocuk koyu renk kayalığın öbür tarafından, ciğerlerindeki havayı hızla dıtarı üfleyerek, bir zafer nidasıyla çıktı. Hemen ötekiler de atladılar. Sabah sabah etraf çocukların bağırış çağırışlarıyla doluyken birden, kaya ve suyun yüzeyi bomboş kaldı. Fakat o yoğun maviliğin içinde koyu gölgelerin hareketleri, ellerini öne doğru uzatışları görünüyordu.
Jerry daldı, su altında yüzenleri geçti, siyah bir karaltı şeklinde bir kaya beliriverdi karşısında, kayaya dokundu ve hızla yukarı çekti kendini, suyun yüzeyine çıktığı yerde kaya öbür tarafını görebileceği kadar alçaktı. Görünürde kimse yoktu, altında, suyun dibinde yüzenlerin koyu gölgeleri kaybolmuştu. Sonra çocuklar Jerry'nin tutunduğu kayanın uzağında kalan tarafta, birbiri ardına yüzeye çıktılar, Jerry onların, kayanın içindeki bir boşluktan veya delikten yüzüp öbür tarafa geçtiklerini anladı. Gene suya daldı. Gözlerini acıtan tuzlu su içinde gördüğü tek şey kayanın duvarıydı. Yine yüzeye çıktığında, bütün çocukların kayanın üzerinde o dalışı tekrarlamaya hazırlandıklarını gördü. Başarısızlığın verdiği panikle Jerry İngilizce, "Bana bakın, bana!" diye bağırdı ve aptal bir köpek gibi suda çırpınmaya ve suyu tekmelemeye başladı.
Yüzleri asık, kızgınlıkla Jerry'e baktılar. Jerry bu kızgınlığı biliyordu. Başarısız olduğu anlar annesinin ilgisini çekmek için soytarılık yaptığında annesi de böyle ciddi, ayıplayan bakışlar atardı ona . Çok utanarak ve yüzünde hiç çıkaramayacağı bir leke gibi duran o kendini korumaya yönelik sırıtışı hissederek, kayanın üstünde duran kahverengi tenli büyük çocuklar grubuna baktı ve bağırdı, "Bonjour! Merci! Au Revoir! Monsieur!Monsieur!", bu arada da parmaklarıyla kulaklarını tutuyor ve sallıyordu.
Ağzına su kaçtı; nefesi tıkandı, battı, tekrar çıktı. O ana kadar çocukların ağırlığını taşıyan kaya sanki bu ağırlık kalktıkça suda yükseliyordu. Uçuyorlardı şimdi çocuklar onu es geçerek; hava uçan vücutlarla doldu. Sıcak güneşin altında kaya boş kalmıştı. Saydı, bir, iki, üç . . .
Elliye geldiğinde içini korku kapladı. Altında, kayanın su dolu mağaraları içinde hepsi boğuluyor olmalıydılar! Yüze kadar saydığında yardım çağırmalı mıyım diye düşünerek tepelerin boş eteklerine baktı. Hızlı, daha hızlı saydı,acele etmelerini, yüzeye çabuk çıkmalarını sağlamak için, ya da daha çabuk boğulmaları için- sabahın mavi boşluğuna bakarak sayıp durmanın kendisinde yarattığı dehşetten kurtaracak her şey için. Sonra yüz altmışa kadar saydğında, kayanın arkasındaki su kahverengi balinalar gibi yüzeye çıkan çocuklarla doldu. Çocuklar ona hiç bakmadan sahile doğru gerisin geriye yüzdüler.
Dalış yapılan kayaya tekrar çıkarak oturdu, uyluklarının altında kaya sert ve sıcaktı. Çocuklar giysilerini toparlıyor ve başka bir buruna doğru sahil boyunca koşuyorlardı. Ondan kurtulmak için gidiyorlardı. Jerry yumruklarını sıkarak bağıra bağıra ağladı. Onu görebilecek kimse yoktu, kendi başına hüngür hüngür ağladı durdu.
Uzun bir süre geçmiş gibi geldi ona ve annesini görebileceği bir uzaklığa kadar yüzdü. Evet hâlâ oradaydı, portakal rengi şemsiyenin altında sarı bir leke. Kayaya doğru yüzdü, tırmandı ve diş gibi sudan çıkan öfkeli kayaların arasındaki mavi suya daldı. Derinlere indi, ta ki duvar gibi kayaya ulaşana kadar. Fakat tuz gözlerini öyle bir yakıyordu ki hiçbir şey göremiyordu.
Yüzeye çıktı, sahile doğru yüzdü ve annesini beklemek için yazlığa döndü. Kısa bir süre sonra annesi, pembeleşmiş çıplak kolu vücudunun yan tarafında sarkmış bir halde, çizgili çantasını sallayarak patikadan yavaşça yukarı çıktı. 'Deniz gözlüğü istiyorum,' dedi bir nefeste, hem kafa tutar hem de yalvarır gibiydi.
Annesi sabırla ve meraklı gözlerle oğluna bakarak olağan bir şekilde 'Peki, oğlum' dedi.
Ama şimdi, şimdi, şimdi! Onları şu an tu dakika içinde almalıydı, başka bir zaman değil. Annesi onunla birlikte bir dükkâna gelene kadar ısrarını sürdürdü. Deniz gözlüklerini alır almaz annesi sanki onları sahiplenecekmiş gibi hisseden Jerry, elinden gözlükleri kaptı ve hemen çıkarak büyük koya inen dik yoldan aşağı koştu.
Jerry büyük kayaya kadar yüzdü, deniz gözlüklerini taktı ve daldı. Suya çarptığında plastik muhafazanın vakumu gitti ve gözlük gevşedi. Kayanın tabanına doğru gözlükle inebilmek için suyun yüzeyine yakın bir yerden dalması gerektiğini anladı. Gözlükleri sıkı ve sağlam bir şekilde takarak yerleştirdikten sonra, ciğerlerini havayla doldurdu ve yüzü suyun dibini görecek şekilde suyun üstünde yüzdü. Artık görebiliyordu. Sanki gözlerinin yerinde farklı bir türün gözleri vardı - bu balık gözlerden berrak sudaki herşey aynı berraklıkla zarif bir şekilde salınıyordu.
Altında , iki metre kadar aşağısında zemindeki tertemiz , pırıl pırıl kumlar, gelgitler nedeniyle, dalgalı bir yüzey oluşturmuttu. Uzun ve kenarları yuvarlak tahta parçası veya kayağan taşına benzeyen iki grimsi gölge orada ilerliyordu. Balıktı bunlar. Önce burun buruna duruyorlar, havada asılıymış gibi hareketsiz kalıyorlar, sonra öne doğru fırlayıp aniden geri dönüyorlardı. Sanki su dansı yapıyorlardı. Birkaç santim yukarılarında su, sanki bir yerden sim dökülüyormuş gibi parlıyordu. Yeniden balıklar gördü, boyları tırnağının boyunu geçmeyen binlerce minnacık balık suda süzülüyordu, bir süre sonra ayaklarında sayısız dokunuşlar hissetti. Yaprak halindeki gümütlerin içinde yüzer gibiydi. Büyük çocukların altından yüzdüğü , üzeri öbek öbek yosunla hafifçe kaplanmış, devâsa siyah kaya, yukarı doğru dimdik yükseliyordu. Jerry üzerinde hiçbir delik göremedi. Kayanın tabanına doğru indi.
Birkaç kez suyun yüzeyine çıkıp, çok derin nefes alarak yeniden dibe indi. Durmadan kayanın yüzeyini elleriyle yokladı, dokundu, girişi bulma isteğiyle umutsuzca kayaya sarılır gibiydi. Sonra , siyah kayaya tutunurken bir an dizlerini yukarı çekip, ayaklarını ileriye uzatınca hiçbir engelle karşılaşmadı.Deliği bulmuştu.
Yüzeye çıktı, güçlükle tırmanarak kayanın üstündeki bulunan taşlardan en büyük olanını seçti ve kucağında bu taşla kendini kayanın kenarından aşağıya bıraktı. Taşın ağırlığı sayesinde doğrudan kumlu zemine ulaştı. Çapa görevi gören taşa sıkıca tutunarak, kenarında durdu ve karanlık kayanın çıkıntısının altına, ayaklarını uzattığı yer baktı. Deliği görebiliyordu. Biçimsiz karanlık bir delikti, ama daha ötesini göremiyordu.Çapayı bıraktı, elleriyle deliğin kenarlarına tutundu ve kendini içeriye itmeye çalıştı.
Kafasını içeri soktu, omuzları geçmedi, yan dönerek omuzlarını da soktu, böylece beline kadar içeri girdi. İleride hiçbirşey göremedi. Yumuşak ve yapışkan bir şey ağzına dokundu, grimsi kayada hareket eden ince koyu renk bir yosun gördü, delik ürküttü onu. Ahtopotları ve yapışan yosunları düşündü. Gerisin geriye dışarı çıktı ve çıkarken tünelin ağzında zararsız bir yosunun dokungacının sallanışı gözüne ilişti.Bu kadarı yeterdi. Yüzeye , güneş ışığına çıktı, kıyıya yüzdü ve dalış yaptıkları kayaya uzandı. Aşağıda mavi su çukuruna baktı. Mağara ya da delik ya da tünel boyunca onu öbür tarafa çıkaracak bir yol bulmalıydı.
Önce nefes alıp vermesini denetlemeyi öğrenmeliyim diye düşündü. Dipte sabit kalabilmek için çok güç harcamaması gerekiyordu; bu yüzden kucağına aldığı başka büyük bir taş ile kendini suya bıraktı. İçinden saydı. Bir, iki, üç. Muntazam sayıyordu. Kanın hareketini içinde hissedebiliyordu. Elli bir, elli iki . . . Göğsü acıyordu. Taşı bıraktı ve hava almak için suyun yüzeyine çıktı. Güneşin alçaldığını gördü. Yazlığa döndü aceleyle ve annesini akşam yemeğini yerken buldu. Annesi sadece, 'Eğlendin mi bugün?' diye sordu ve Jerry, 'Evet.' dedi.
Bütün gece çocuk, kayanın altındaki suyla dolu mağarayı düşündü ve kahvaltı biter bitmez büyük koya gitti.
O gece burnu çok kötü kanadı. Saatlerce, suyun altında durmuş ve nefesini tutma çalışmaları yapmıştı. Şimdi ise kendini güçsüz ve sersemlemiş hissediyordu. Annesi, 'Yerinde olsam bazı şeyleri oluruna bırakırım, hayatım,' dedi.
O gün ve ertesi gün Jerry bütün hayatı, olmak istediği herşey buna bağlıymış gibi yüklendi ciğerlerine. Yine gece burnu kanadı, bunun üzerine annesi, ertesi gün kendisiyle gelmesi için ısrar etti. Tüm dikkatini kendini eğitmeye ayırabileceği bir günü harcamak Jerry için bir işkenceydi; yine de diğer plajda annesiyle durdu. Timdi ona burası küçük çocuklar için bir yermiş gibi geliyordu, annesinin de güven içinde güneşlenebileceği bir yer. Kendisine ait değildi burası.
Bir sonraki gün kendi sahiline gitmek için izin almadı. Oraya gitmesinin doğru veya yanlış olması üzerine annesinin karmaşık düşünceler üretmesine fırsat bırakmadan evden çıktı. Bir günlük dinlenmenin ardından nefesini tutma süresinin on saniye iyileştiğini gördü. O büyük çocuklar geçitten geçtiklerinde kendisi yüz altmış saniye saymıştı. Korktuğu için hızlı saymıştı üstelik. Belki şimdi denerse o uzun tüneli geçebilirdi; fakat henüz denemeyecekti. Tuhaf ve çocuksuluktan çok uzak bir inat ve denetim altında tuttuğu bir sabırsızlık duygusu beklemesini sağlıyordu. Bu arada kendisi suyun dibindeki beyaz kumun üzerinde duruyor ve tünelin girişini inceliyordu, etrafı yukarıdan getirdiği taşlarla dolmuştu .Girişin her köşesini adı gibi biliyordu, tabi görebildiği kadarını. Sanki şimdiden keskinliğini omuzlarında hissediyordu.
Yazlıkta annesi olmadığı zamanlar saatin yanında oturuyor ve zamanını kontrol ediyordu. İki dakika zorlanmadan nefesini tutabildiğini gördüğünde kendine inanamadı ve gurur duydu. Saat tarafından da resmilik kazanan 'iki dakika' kelimeleri kendisi için çok gerekli olan bu maceraya atılma zamanını yaklaştırdı.
Diğer dört gün içinde bir sabah annesi, gayet sıradan bir şekilde eve dönmeleri gerektiğini söyledi. Ayrılma vaktinin geldiği günde, gitmeden hemen önce bu işi yapacaktı. Bu iş onu ölüme de götürse yapacaktı, böyle dedi, kendi kendine meydan okuyarak. Ayrılış vaktinden iki gün önce, zamanını on beş saniye daha ilerletme zaferini tatmışken, burnu o kadar kötü kanadı ki, sersemleşti, dermansız kaldı ve büyük kayanın üzerine bir parça yosun gibi serildi, koyu kırmızı kanın, kayanın ütüne akışını, oradan da yavaşça denize damlayışını seyretti. Korkmuştu. Ya tünelde de sersemleşirse? Ya orada kısılıp kalır ve ölürse? Sıcak güneşin altında kafasında bu varsayımlar dolaşıp duruyordu ve neredeyse vazgeçecekti. Eve dönüp yatağa uzanmayı düşündü, belki gelecek yaz , bir yaş daha büyümüş olduğunda - o zaman tüneli geçmeye çalışırdı.
Kararını verdikten , ya da kararını verdiğini sandıktan sonra bile, kendini kayanın üzerinde oturur ve suya bakar buldu, burun kanamasının durduğu şu anda, başı hâlâ ağrırken ve şakaklarındaki damarlar atarken , denemesi gereken vaktin şu an olduğunu anladı. Şimdi yapmazsa hiçbir zaman yapamayacağını biliyordu. Denemekten vazgeçeceği korkusuyla da titriyordu; kayanın ve denizin altındaki o uzun, o upuzun tüneli düşününce de dehşet içinde titriyordu. Gün ışığında bile kaya çok geniş ve çok ağır görünüyordu; gideceği yere tonlarca kaya baskı yapıyordu. Ölürse orada kalacak , bir gün, belki de gelecek yıldan önce değil, o büyük çocuklar gelip içinden yüzmek istediklerinde geçiti tıkanmış bulacaklardı.
Deniz gözlüklerini taktı, sıkıca yerlettirdi, içindeki vakumu kontrol etti. Elleri titriyordu. Sonra taşıyabileceği en ağır taşı seçti ve kayanın kenarına doğru, vücudunun yarısı onu saran serin suyun içinde, yarısı da sıcak güneşin altında kalana kadar kaydı. Boş gökyüzüne baktı bir an, ciğerlerini havayla doldurdu bir iki kere, sonra taşla birlikte dibe indi. Taşı bıraktı ve saymaya başladı. Deliğin kenarlarını tuttu eliyle ve ayaklarından güç alıp ve omuzlarını yanlamasına çevirmesi gerektiğini unutmayarak kendini içeri itti.
Sonunda içerdeydi işte. Kayalarla çevrili, sarımsı gri renkte suyla dolu küçük bir deliğin içindeydi. Su onu yukarı tavana doğru itiyordu. Tavan çıkıntılıydı ve sırtını acıttı. Elleriyle kendini ileriye çekiyordu -hızlı, hızlı- ayaklarını da kaldıraç gibi kullanıyordu. Kafası bir şeye çarptı,keskin bir acı sersemletti onu. Elli, elli bir, elli iki. . . .Işığı yoktu. Ve su kayanın ağırlığıyla birlikte ona baskı uyguluyordu sanki. Yetmiş bir, yetmiş iki . . . Ciğerlerinde zorlanma yoktu. Titmit bir balon gibi hissediyordu kendini , çok hafif ve rahattı ciğerleri; ama başındaki damarlar atıyordu.
Devamlı olarak çıkıntılı tavana doğru itiyordu su onu, çıkıntılı olduğu kadar kaygandı da. Tekrar ahtopotları düşündü ve tünelin kendisine dolanacak yosunlarla dolu olup olmadığını merak etti. Çok korkarak vücudunu kasıp ve başını eğip kendini ileri doğru itti. Bacakları ve elleri denizde yüzerkenki gibi rahatça hareket etmeye başladı. Delik genişlemiş olmalıydı.
Daha hızlı yüzdüğünü düşündü, tünel daralırsa başımı çarparım diye korktu.
Yüz, yüz bir . . . Su soluklaştı. Zaferin yakın olduğunu hisseti. Ciğerleri acımaya başlamıştı. Birkaç kulaçtan sonra dışarıda olacaktı. Deliler gibi sayıyordu; yüz on beşe kadar geldi; fakat uzun bir süre sonra tekrar yüz on beşi rakamını saydı. Etrafındaki su berrak bir zümrüt yeşil olmuştu. Sonra başının üstünde kaya boyunca yukarı çıkan bir çatlak gördü. Güneş ışığı çatlak boyunca sızıyordu ve tünelin düzgün koyu kayalarını aydınlatıyor, ışığında tek bir midye kabuğu görünüyordu. Önünde karanlık vardı.
İşin sonuna gelmişti. Çatlağa baktı, sanki su yerine havayla doluydu, ciğerlerine hava çekmek için ağzını oraya dayayabilirmiş gibi geldi. Yüz on beş , kafasında bu sayıyı yinelediğini duydu - ama bu rakamı söyleyeli çok olmuştu. Önündeki karanlığa doğru yoluna devam etmeliydi, yoksa boğulacaktı. Başı şişiyordu ve ciğerleri çatlayacak gibiydi. Yüz on beş, yüz on beş rakamı şakaklarında atıyordu, dermansızca karanlıktaki bir kayayı kavradı, kendini ileri çekti, güneş ışığıyla aydınlanmış o küçük yeri geride bıraktı. Karanlıkta bilincini kaybetmeme mücadelesi veriyordu. Çok kötü bir sancı sardı başını ve sonra yeşil bir ışık hücum ederek karanlığı yardı. İleriyi yoklayan elleri boşta kaldı, ayaklarından güç alıp vücudunu iterek açık denize çıktı.
Yüzeye doğru süzüldü, yüzüne hava değdi. Nefes almaya çalışan balıklar gibiydi. Şimdi batacakmış ve boğulacakmış gibi geldi ona, kayaya çıkmak için gitmesi gereken mesafeyi yüzemedi. Şimdi kayaya tutunuyor ve üstüne çıkmaya çalışıyordu. Yüzü yere dönük uzandı, soluk soluğaydı. Hiçbir şey göremiyordu, heryer kırmızı damarlı pıhtılaşmış bir karanlıktan ibaretti. Gözlerinin patlamış olabileceğini düşündü; çünkü kan doluydular. Gözlüklerini çıkarıp attı ve bir miktar kan suya döküldü. Burnu kanıyordu ve kan gözlüğün içini doldurmuştu.
Serin tuzlu sudan bir avuç dolusu alıp yüzüne çarptı, ağzına gelen şeyin tuzlu su mu yoksa kan mı olduğuna karar veremedi. Bir süre geçtikten sonra kalp atışı yavaşladı, görüşü açıldı ve ayağa kalktı. Bir buçuk kilometre uzakta oranın yerlisi çocukların oynayıp dalışlar yaptıklarını gördü. Onları istemedi. Eve dönmekten ve uzanmaktan başka bir şey de düşünmedi.
Bir süre sonra Jerry sahile geri yüzdü ve yazlığa giden yokuşu çıktı. Kendini yatağına attı ve uyudu, dışarıdaki ayak sesleri ile uyandı. Annesi geri dönüyordu. Annesi yüzündeki kan ve çizik izlerini görmemeliydi, banyoya koştu. Banyodan çıktı ve yazlığa girmekte olan annesiyle karşılaştı, annesi gülümsedi, gözleri parladı.
'Günün iyi geçti mi?' diye sordu bir an oğlunun koyu renkli sıcak omuzlarına başını dayayarak.
'Ah, evet, tetekkürler,' dedi Jerry.
'Solgun görünüyorsun.' Sonra ciddiletti ve endişelendi. 'Başındaki yara da neyin nesi?'
'Sadece bir yere çarptım.' dedi annesine.
Annesi ona daha yakından baktı. Gergin görünüyordu Jerry. Gözleri donuktu. Endişelendi. Sonra kendi kendine, 'Yaygara yapma! Önemli bir şey değildir. Bir balık kadar iyi yüzüyor,' dedi.
Birlikte öğlen yemeği yediler,
'Anne,' dedi Jerry, 'Suyun altında iki dakika kalabiliyorum - hatta üç dakika .' Bir anda söyleyivermişti bunları.
'Gerçekten mi, hayatım?' dedi annesi. 'Hmm, ben olsam kendimi bu kadar zorlamama. Bugün daha fazla yüzme Jerry.'
Bunu tartışmaya hazırdı annesi; fakat Jerry üstelemedi bile. Büyük koya gitmek artık onun için hiç önemli değildi.

1