Divit - Son İnsan
SON İNSAN
Bu yılkıya bırakılmış yaşlı ve hasta gezegende sayıklıyorum seni
Burada insan aldatıldı.
Mevsimler kirletildi.
Bakıp da seni anacağım bir parça gökyüzü kalmadı.
Herkes kendi şeytanına uyup, aşkını inkar edince düştük cennetimizden.
Meshedip solgun, karanlık yüzlerimizi, ansızın çektin ellerini... ve biz solgun kederli yüzlerimizle altının maymunları, paranın domuzları olduk.
Yer demir, gök bakır.
Akıllı hayvanlara bırakıldı dünya.
Paradan ve demirden bir orman kurdular kentte.
İnsan yavrularını alıp kendilerine benzetiyorlar. Birkaç iyi kişi cüzzamlı gibi karantinada, her şeyden uzak tutuluyor. Zincirler... kelepçeler... karanlık şıkırtılar... sabahları sürmanşet sürülüyorlar. Kalabalık sürüler halinde yollarda, trenler, güvertelerde... Alaca karanlıkta yorgun dönüyorlar. Meydan gongu kalbi vurunca... Sabah... Yeniden
Uyanmasın diye sürü, sözü sıkı düğümlediler geceden. Gece hoyrat ve mürai. Gece nobran ve sırtlan... zengin şölen sofralarında sarhoş kahkahalar. Karanlık fısıltılar. İhanetin titrek ışıkları altında. Her şey daha büyük, daha hızlı, daha fazla...
Geceden ve demirden, kandan ve kinden bir orman kurdular kentte. Kurt dişinden kolyeler takıp, yılan derisinden giysiler giyiniyorlar. Banknot yeşiliyle beslenip, dişi soluklarla diriliyorlar.
Sevgilim, ateş dansım, cehennemim...
Hüznünü saklayamayan bir ıslık gibi dolaşıyorum kenti. Peşimde silüetler, yürüyorum. Zehirli soluk, metalik surat, çelik kahkaha... yürüyorum. İşte bir Anadolu daha yürüdüm yalnızlığımı. Hatırlanacak bir geçmişim oldu benimde. Ihlamur karanfil kokan bahçelerim, sıcak, ahşap mahallelerim oldu. Toprak sesli analar, su sesli gelinler, rüzgar çocuklarım oldu. Ateşli bir ırmakla uyanan sabahları da oldu dünyanın.
Gel süpür şimdi bu kabusu gülüşünün sağnağında.
Yeniden sere serpe gel... nakış nakış, türkü türkü gel. Çocuklar yeşil yapraklar gibi çırparak ellerini, rüzgarda savrulup dönerek, çağıldayarak yayılsınlar yer yüzüne. Sabah toy, düğün, gece çıralarla yürüyen bir âyin olsun. Telli duvaklı gelinler gibi salınsın hayat. Hayat, hayat gibi olsun.
İşte bir Anadolu daha yürüdüm yalnızlığımı.
Öylece duruyorum karanlığın ortasında. Ulu ateşler sayıklıyorum. Sen gittin... bir yetim gibi kaldım bu çorakta. Derin düşler, uzun soluklar, bereketli sessizlikler içindeyim. Haydi, fısılda bana kendini. Yeniden çoğalalım durmadan, sevgilim doğur beni.
M.S.Rindokur