III

LENİNİZM VE AŞIRI SOL

Giriş

Alman Solunun paha biçilmez değeri ve aşırı sol grupçukların çokluğu, işçi kendiliğindenliğinin önceliğini vurgular. Komünizmin potansiyeli, proletarya deneyiminde yatar, başka bir yerde değil. Aşırı sol, bu yüzden, çeşitli hatalarına rağmen, daima proletaryanın özünü çekmiştir. O, 20'lerden 70'lere kadar, küçük grupçuklar ve anarşist sendikalar da dahil, devlet, parti ya da sendika gibi her türlü aracıya karşı çıkmıştır. Eğer Lenin, tek bir sözcükle özetlenebilirse, bu sözcük "parti"dir, aşırı solu tanımlayacak tek deyim ise şudur: işçilerin bizzat kendisi... Tamam da, yine de ortada bir soru kalıyor: bu "bizzat"la hangi işçiler kastediliyor?

Bu makale, herşeyden önce, Situationist International aracılığıyla son derece etkili olan konsey komünizmini ele almak durumundadır.

Bu metnin Fransızca versiyonu, aşırı sol kökenli olan, fakat bu kökleri sorgulayan bir gruptan kaynaklanmıştır. İlk taslak, 1969 Haziran'ında, Paris yakınlarında toplanan ve ICO (Informations Correspondance Ouvriéres) tarafından örgütlenen bir kongreye sunulmuştur.1 Bu genişletilmiş İngilizce versiyon, Paul Mattick'le bir tartışma başlatmak niyetiyle yazılmıştır.

* * *

Nedir aşırı sol? O, birinci dünya savaşını takip eden yıllardaki, 1917'den 1921'e ya da 1923'e kadar Avrupa kapitalizmini yıkmasa da, sarsan devrimci hareketin hem bir ürünü, hem de bir veçhesidir. Aşırı sol fikirler, Avrupa'daki yüzbinlerce devrimci işçinin ifadesi olan yirmilerdeki harekette kök salmıştır. Bu hareket, Komünist enternasyonalde bir azınlık olarak kalmış ve uluslararası komünist hareketin genel çizgisine muhalefet etmiştir. Bu dönem, aşırı solun karakterini ortaya koyar. Komünist harekette sağ (sosyal-yurtsever, Noske...), merkez (Kautsky...), sol (Lenin ve Komünist Enternasyonal) ve aşırı sol bulunmaktaydı. Aşırı sol öncelikle bir muhalefetti: Alman Komünist Partisi (K.P.D.) içinde ve ona karşı, Komünist Enternasyonal içinde ve ona karşı bir muhalefet. O kendini, komünist hareketin hakim fikirlerinin, yani Leninizmin eleştirisi yoluyla ortaya koymuştur.

Aşırı sol, monolitik bir hareket hareket olmaktan uzaktı. Ayrıca, onun çeşitli unsurları, fikirlerini yumuşatmışlardır. Örneğin, Gorter'in Lenin'e açık mektubu, aşırı solun hiçbir zaman kabul etmediği bir parti teorisinden söz etmektedir. Biz burada, aşırı solun gelişmesine yol açan fikirleri incelerken yalnızca iki ana nokta üzerinde ("örgütlenme" ve sosyalizmin içeriği) duracağız. Fransız grubu I.C.O., günümüzün aşırı sol gruplarına, en iyi örneklerden birini oluşturmaktadır.
 

A) Örgütlenme Sorunu

Aşırı sol fikirler, bir pratik deneyimin (esas olarak Almanya'daki işçi mücadelelerinin) ve teorik eleştirinin (Leninizmin eleştirisi) ürünüdür. Lenin'e göre başlıca devrimci sorun, işçilerin zaferine önderlik edecek bir "liderliğin" yaratılmasıdır. Aşırı solcular, Almanya'da yükselen fabrika örgütlenmelerine bir teorik açıklama getirmeye çalıştıklarında, işçi sınıfının, devrimci olmak için bir partiye ihtiyacı olmadığını söylediler. Devrim, işçi konseylerinde örgütlenen kitleler tarafından yapılacaktı, yoksa profesyonel devrimciler tarafından "liderlik edilen" proletarya tarafından değil. Gorter'in "Lenin'e yanıt"ında faaliyeti teorik olarak açıklanan Alman Komünist İşçi Partisi (K.A.P.D.) kendini, Lenin'in teorisinde olduğu gibi kitlelere liderlik eden değil, kitleleri aydınlatan bir öncü olarak görmüştür. Bu fikir, fabrika örgütlerinin ve partinin çifte varlığına karşı çıkan bir çok aşırı solcu tarafından reddedilmiştir: devrimciler, kendilerini kitlelerden ayıracak bir yapıda örgütlenmeye çalışmamalıdırlar. Bu tartışma, 1920'lerde K.A.D.P (Alman Komünist İşçi Partisi) tarafından kontrol edilen A.A.U.D.'yi (Alman Genel Emek Sendikası) kınayan A.A.U.D.-E.'nin (Alman İşçileri Genel Sendikası - Birleşik Örgütü) doğmasına yol açtı. Aşırı sol hareketin çoğunluğu, A.A.U.D.-E.'yle aynı fikirleri benimsedi. Fransa'da, I.C.O.'nun şu andaki faaliyeti de aynı ilkeye dayanmaktadır: işçilerin kendileri tarafından yaratılan organlarla bir arada bulunan ve teoriyle politik çizgiyi uyumlu hale getirmeye özen gösteren her türlü devrimci örgüt, sonunda işçilere liderlik yapmaya girişmelidir. Bu yüzden devrimciler, kendilerini, işçiler tarafından "kendiliğinden" yaratılan organların dışında örgütlemezler: onlar yalnızca bilgi akışını sağlar ve diğer devrimcilerle bağlantı kurarlar; onlar asla genel bir teori ya da strateji tarifine girişmezler.

Bu fikri anlamak için Leninizme geri dönmeliyiz. Leninist parti teorisi, o dönemin bütün büyük sosyalist düşünürlerinde bulunabilecek bir ayrıma dayanır: "Emek hareketi" ve "sosyalizm" (devrimci fikirler, doktrin, Bilimsel Sosyalizm, Marxism, vb. - gibi bir çok farklı adlar verilebilir) birbirinden temelden farklı ve ayrı iki şeydir. Bir yanda işçiler ve onların günlük mücadelesi vardır, diğer yanda ise, devrimciler. Lenin, devrimci fikirlerin işçi sınıfına "aşılanması" gerektiğini ileri sürüyordu. İşçi hareketi ve devrimci hareket birbirlerinden kopartılmışlardır: onlar, devrimcilerin işçiler üzerinde liderlik kurması yoluyla birleştirilmelidirler. Bu yüzden devrimciler, örgütlenmeli ve işçi sınıfına "dışardan" gitmelidirler. Lenin'in, devrimcileri işçi hareketinin dışına yerleştiren analizi, şuna dayandırılır gibidir: devrimcilerin yaşadığı dünya, işçilerinkinden tamamen farklıdır. Ancak Lenin bunu bir ilüzyon olarak görmez. Marx'ın analizi ve onun bilimsel sosyalizmi, bir bütün olarak, "burjuva entellektüellerinin" bir yaratımı değil, kapitalizm altında her düzlemdeki sınıf mücadelesinin ürünüdür. "Sosyalizm", proletaryanın mücadelesinin ifadesidir. O, "burjuva entellektüelleri" (ve eğitim almış işçiler: J.Dietzgen) tarafından oluşturulmuştur, çünkü yalnızca burjuvaziden gelen devrimcilerin onu oluşturma olanağı vardı, fakat o yine de sınıf mücadelesinin ürünüdür.

Komünizme doğru ilerlemenin dinamiği olan devrimci hareket, kapitalizmin bir sonucudur. Burada Marx'ın parti konusundaki fikrini inceleyelim. Marx'ın yazılarında parti sözcüğüne devamlı rastlanır. Marx'ın bu konudaki ilkeleri ile, zamanına ilişkin işçi hareketinin bir çok veçhesi hakkında yaptığı tahliller arasında bir ayrım yapmamız gerekmektedir. Bu tahlillerin çoğu yanlıştır (örneğin sendikalizmin geleceği hakkındaki görüşü). Öte yandan, Marx'ın, parti hakkındaki fikirlerini özetlediği bir metin bulamayız, ancak çok sayıda dağınık notlar ve yorumlar bulabiliriz. Yine de, bu metinlerin bütününden çıkan genel bir görüş olduğuna inanıyoruz. Bizzat kapitalist toplum, toplumu komünizme doğru itecek objektif bir hareketin örgütlenmesinden (bu, Kautsky ve Lenin'in, işçilere "sosyalist bilincin" dışardan "verileceği" fikrinin anlamsızlığına delalet eder) başka bir şey olmayan bir komünist parti yaratır. Lenin, proletaryayı reformist olarak görüyordu ve proletaryayı devrimcileştirmek için ("sosyalist bilinç" dışardan götürülmelidir) bir şeyler yapmak gerektiğini söylüyordu. Böylece, Lenin'in sınıf mücadelesini bütünüyle yanlış anladığı ortaya çıkmaktadır. Devrimci olmayan dönemde, proletarya, kapitalist üretim ilişkilerini değiştiremez. Bu yüzden o, daha yüksek ücret talebiyle, kapitalist dağıtım ilişkilerini değiştirmeye çalışır. Elbette, işçiler, daha yüksek ücret talep ettiklerinde, dağıtım ilişkilerini değiştirdiklerini "bilmez"ler. Yine de onlar, "bilinçsizce" kapitalist sisteme karşı harekete geçmeye çalışırlar. Kautsky ve Lenin, devrimci hareketin kapitalizm tarafından yaratıldığı bu süreci görmediler; onlar bu sürecin yalnızca bir yönünü gördüler. Kautsky ve Lenin'in sınıf bilinci teorisi, bir süreci böldü ve onun yalnızca geçici bir anını dikkate aldı; onlara göre "kendisi olarak" proletarya, ancak reformist olabilir, oysa devrimciler işçi hareketinin dışındadırlar. Gerçekte ise, devrimciler ve onların fikir ve teorileri, işçilerin mücadelelerinden doğar.

Devrimci olmayan bir dönemde fabrikalarında tecrit olan devrimci işçilerin yapabilecekleri en iyi şey, kapitalizmin ve onu destekleyen kurumların (sendikalar, "işçi" partileri) gerçek doğalarını teşhir etmektir. Onların bunu yaparken genellikle çok az başarı göstermeleri gayet normaldir. Okuyan ve yazan, bütün sistemi en iyi bir şekilde eleştiren devrimciler (işçi veya değil) de vardır. Onların da bunu yaparken genellikle çok az başarı göstermeleri gayet normaldir. Bu bölünme, kapitalizm tarafından yaratılır: kapitalist toplumun özelliklerinden biri, kafa ve kol emeği arasındaki bölünmedir. Bu bölünme, toplumun her alanında mevcuttur; bu, devrimci hareket içinde de geçerlidir. Sanki toplumumuzun bir ürünü değilmiş gibi, devrimci hareketin "pür" olmasını beklemek idealist bir tutum olacaktır. Kapitalizm altındaki devrimci hareketin, yani komünizmin, kapitalizmin doğum lekelerini taşıması kaçınılmazdır.

Bu bölünmeyi ancak devrimin tam başarısı yıkabilir. O zamana kadar bununla savaşmak zorundayız; bu, hareketimizi olduğu kadar toplumumuzun geri kalanını da karakterize eder. Çok sayıda devrimcinin, okumaya büyük bir eğilim göstermemesi ve teoriyle ilgilenmemesi kaçınılmazdır. Bu bir gerçektir, geçici bir gerçek. Fakat "devrimci işçiler" ve "devrimci teorisyenler", aynı sürecin iki veçhesidir. "Teorisyenlerin", "işçilere" önderlik etmesi gerektiğini söylemek yanlıştır. Fakat, I.C.O.'nun söylediği gibi, teorinin kolektif bir şekilde örgütlenmesi, işçiler üzerinde liderliğe yol açacağı için tehlikeli bulunması da aynı şekilde yanlıştır. I.C.O., Lenin'in tutumunun simetriği bir tutum almaktadır. Devrimci süreç, organik bir süreçtir ve belli bir süre için onun unsurları birbirinden ayrı kalsalar da, ortaya çıkan bütün devrimci durumlar göstermiştir ki, böyle zamanlarda devrimci hareketin çeşitli unsurları kesinlikle birleşirler.

Mayıs 1968'de, Paris'de, Censier merkezindeki işçi-öğrenci eylem komiteleri ne oldu? Bütün devrimci faaliyetlerini öncelikle bu olaylara yönelten bazı (aşırı sol) komünistler, devrimci işçiler azınlığıyla birlikte çalıştılar. Mayıs 1968'den önce (ve o zamana kadar), kapitalist toplumdaki devrimci olmayan bir durumda "normal" olduğu üzere, her işçinin, diğerlerinden ayrılması ölçüsünde onlar da işçilerden ayrıydılar. Marx, Kapital'i yazarken ya da Komünist Lig'de veya Enternasyonal'de çalışırken, işçilerden ayrı değildi. O, bu örgütlerde çalışırken, ne (Lenin gibi) işçilere liderlik etme ihtiyacı duyuyor, ne de (I.C.O. gibi) onlara önderlik etmekten korkuyordu.

Marx'ın, kapitalist toplumun tarihi bir ürünü olarak, toplumun evrimine ve içinde bulunduğu aşamaya göre farklı biçimler alacak olan parti fikri, bize, partiye ihtiyaç duyma ve partiden korkma ikileminin ötesine geçme olanağı vermektedir. Komünist parti, kapitalizm tarafından yaratılan devrimci hareketin kendiliğinden (yani tamamen sosyal evrim tarafından belirlenen) örgütlenmesidir. Parti, modern toplumun toprağında tarihi olarak doğan kendiliğinden bir üründür. Partiyi "yaratmak" isteği de, korkusu da, ilüzyondur. O, yaratılmaya ya da yaratılmamaya ihtiyaç duymaz: o, sadece tarihsel bir üründür. Bu yüzden devrimcilerin onun inşasına ihtiyaçları olmadığı gibi, inşasından da korkmazlar.

Lenin'in bir parti teorisi vardır. Marx'ın parti teorisi, Lenin'inkinden son derece farklıdır. Lenin'in teorisi, Rus devriminin yenilgisinde bir unsurdur. Aşırı sol, bütün parti teorilerini, tehlikeli ve karşı-devrimci bularak reddetmiştir. Yine de, Lenin'in teorisi, Rus devriminin yenilgisinin kökenini oluşturmaz. Lenin'in teorisi Rus devriminin yenilgisinde yalnızca bir etkendi (esas olan Batı'da devrimin gerçekleşmemesiydi). Onlardan yalnızca biri karşı-devrime hizmet etti diye, bütün parti teorileri ıskartaya çıkarılamaz. Ne yazık ki, aşırı sol, yalnızca Lenin'in karşıtı fikri benimsemekle yetinmiştir. Lenin, bir parti inşa etmek istiyordu; aşırı sol onu inşa etmeye karşı çıktı. Böylece aşırı sol, aynı yanlış soruya, farklı bir yanıt verdi: partinin yapılandırılmasına taraftar olmak ya da karşı çıkmak. Aşırı sol, Lenin'le aynı zeminde kaldı. Tersine biz, yalnız Lenin'in görüşünün tersini ileri sürmek istemiyoruz; biz onu tamamen bir kenara bırakmak istiyoruz.

Modern Leninist gruplar (örneğin, Troçkist gruplar) işçileri örgütlemeye çalışıyorlar. Modern aşırı sol gruplar (örneğin, I.C.O.) bir sorun üzerinde kolektif bir tutum benimsemeye çalışmaksızın yalnızca bilgi akışını sağlamaya çalışıyorlar. Buna karşılık biz, bugünkü toplumun teorik bir eleştirisini formüle etmenin gerekli olduğuna inanıyoruz. Böyle bir eleştiri, kolektif bir çalışmayı gerekli kılar. Biz aynı zamanda, bütün sürekli devrimci işçi gruplarının, eylemleri için teorik bir temel bulmaya çalışmaları gerektiğini düşünüyoruz. Teorik netleşme, pratik birleşme için bin unsur ve gerekli bir koşuldur.
 

B) Yönetmek de, neyi?

Rus devrimi, Rusya'da kapitalizmin gelişmesine dönüşerek son buldu. Etkili bir menajer yapısı oluşturmak onun düsturu olmuştu. Aşırı sol, derhal, bürokratik yönetimin sosyalizm olmadığını ileri sürdü ve işçi yönetimini savundu. Teorisiyle uyumlu olarak, merkezine işçi konseylerini koydu: bu konseyler, kapitalizm altında işçilerin savaş örgütleri ve sosyalizm altında da işçi yönetiminin aygıtları olarak davranacaklardı. Böylece, Lenin'in teorisinde partinin oynadığı merkezi rolü, aşırı solun teorisinde konseyler oynadı.

İşçi yönetimi teorisi, kapitalizmi, onun yönetimine dayanarak analiz eder. Fakat kapitalizm, her şeyden önce bir yönetim modeli midir? Marx tarafından başlatılan, kapitalizmin devrimci analizi, şu soruya vurgu yapmaz: Sermayeyi kim yönetiyor? Tersine: Marx, hem kapitalistlerin, hem de işçilerin, sermayenin fonksiyonları olduğunu açıklamıştır: "kapitalistin yalnızca sermayenin bir fonksiyonu olması gibi, emekçi de emek gücünün bir fonksiyonudur." Rus liderler, ekonomiyi "yönetmediler", onun tarafından yönetildiler ve Rus ekonomisinin bütün gelişmesi, kapitalist birikimin objektif yasalarına boyun eğdi. Başka bir deyişle, menajer, üretim ilişkilerinin sınırlılıklarının ve zorunluluklarının hizmetindedir. Kapitalizm, bir YÖNETİM modeli değil, fakat verili ÜRETİM İLİŞKİLERİNE dayalı bir üretim modelidir. Devrim, bu ilişkileri hedeflemelidir; biz bunları kısaca analiz etmeye çalışacağız. Kapitalizmin devrimci analizi, hem Rusya'da, hem de Amerika'da ekonominin menajerleri tarafından boyun eğilen objektif yasaları olan sermayenin rolüne vurgu yapar.
 

C) Değer Yasası

Kapitalizm, mübadeleye dayanır: o, öncelikle kendini, "devasa bir emtia birikimi" olarak sunar. Fakat mübadele olmadan var olamayan kapitalizm, yalnızca emtia üretimi değildir; hatta o, basit meta üretimine karşı mücadele ederek büyümüş ve gelişmiştir. Sermaye, temel olarak özel tipte bir mübadeleye, yaşayan emekle, biriktirilmiş emek arasındaki mübadeleye dayanır. Marx'la, klasik ekonomistler arasındaki farklılık, öncelikle, Marx'ın, emek gücü kavramını ortaya çıkarmasında yatar: bu kavram, gerekli emekle, artı-emek arasındaki farklılıkta yatan artı-değerin gizini ortaya çıkartmıştır.

Emtialar birbirleriyle nasıl karşılaştırılırlar? X niceliği ile belirlenen A malının, Y niceliğindeki B'yle aynı değerde olmasıyla mı? Marx, XA=YB formülünü, A ve B'nin somut doğasıyla, onların ayrı ayrı nitelikleriyle değil, niceliksel bir ilişkiyle açıklama yoluna gitmiştir: A ve B, yalnızca XA=YB oranında değiştirilebilirler, çünkü onların her ikisi de onlarda "ortak olan birşey" içermektedirler. Eğer A ve B'nin doğasının somut ve kullanılan yanlarını çıkarırsak, geriye onlardan bir tek ortak şey kalır: her ikisi de "emek ürünleri"dir. A ve B, onlarda kristalize olan emeğin niceliği tarafından belirlenen oranlara göre değiştirilebilirler. Emeğin niceliği, süreye göre ölçülür. Toplumsal olarak gerekli emek süresi kavramı, ek tahliller tarafından geliştirilen bir soyutlamadır: Kimse, verili bir toplumda sunulan toplumsal olarak gerekli emeğin bir saatini hesap edemez. Fakat, soyut ve somut emek arasındaki ayrılık, Marx'a, mübadelenin işleyişini anlama ve mübadelenin özel bir biçimi olan |cret sistemini analiz etme imkanı vermiştir.

"Kitabımdaki en canalıcı noktalar şunlar: 1) Kullanım değeri ya da değişim-değeriyle ifade edilişine göre Emeğin ikili niteliği. (Olguların her türlü kavranması buna dayanıyor.) Daha ilk bölümde bu vurgulanıyor..."2

Emek süresi, gerçekte, üretimin bütün sosyal örgütlenmesini ve dağıtımını belirler. O, özel yerlerde özel amaçlar için kullanılan üretici güçlerin oranını düzenler. Değer yasası, "kendini sosyal emeğin gerekli oranlarını belirleyen olarak ileri sürer, bütün topluma uygulanma genel anlamında değil, fakat yalnızca kapitalist toplum tarafından talep edilmesi anlamında; başka bir deyişle, o, kapitalist toplumun özel ihtiyaçlarına göre bütün sosyal emeğin oransal bir dağılımını inşa eder."3

Bu, kapitalizmin, halkın ayakta kalması için gerekli bir fabrikanın üretimi bile söz konusu olsa, niçin Hindistan'daki bir fabrikaya yatırım yapmadığını açıklayan sebeplerden biridir. Sermaye, daima hızla çoğalacağı yere gider. Emek süresi tarafından yapılan düzenleme, kapitalist toplumu, yalnızca, belli bir üretim için toplumsal olarak gerekli emek süresinin, ortalama emek süresine en eşit olduğu yerdeki verili bir üretimi geliştirmeye zorlar.

Sermayenin mantığı budur: mübadele değeri, ortalama emek süresi tarafından belirlenir.
 

D) Emek Süresinin Çelişmesi

Artı-değerin üretiminde, artı-emeğin oynadığı merkezi rolden söz etmiştik. Marx, artı-emeğin kaynağına, sınırına ve fonksiyonuna vurgu yapar.

"... üretim süresinin gittikçe artan bir kısmının üretim araçlarının üretimine ayrılması, geri kalan üretim süresinin dolaysız üretime yetmesine imkan verecek belli bir üretkenlik düzeyine ulaşmış olmasına bağlıdır. Bir başka anlatımla, toplumun beklemeye tahammülü olması; yaratılmış zenginliğin büyük bir kısmının dolaysız üretimden ve dolaysız tüketime yönelik üretimden çekilerek, maddi üretim süreci içerisinde, doğrudan doğruya üretken olmayan emeğe harcanabilmesini gerektirir."4

Ücretli emek, üretici güçlerin gelişmesinin aracıdır.

"Gerçek iktisat - tasarruf - emek süresi tasarrufundan ibarettir; (üretim maliyetinin asgariye indirilmesi); öte yandan bu tasarruf üretici gücün gelişmesiyle özdeştir."5

Ücretli emek, sermayenin artı-emeğe el koymasıyla, artı-değer üretimini mümkün kılar. Bu anlamda, çok sayıda işçinin sefalet koşullarında bulunması, tarihsel bir zorunluluktur. Bu işçiler, artı-emek sağlamak zorunda bırakılırlar. Üretici güçlerin gelişmesi ve iş gününde artı-emeğin gittikçe artan oranda paylaşımı şöyle olur:

Sermaye, "bol disposable time'ın yaratılması"nı sağlar "(bireyin ve dolayısıyla toplumun tüm üretici güçlerinin gelişebilmesi için serbest bir alanın oluşturulması)."6

Artı-emeğin çelişkisi ya da "antitetik biçimi"7 son derece açıktır:
- o, "ulusun zenginliğini" yaratır.
- o, artı-emeği arzeden işçilere sefaletten başka bir şey getirmez.

Sermaye, "bilmeden ve istemeden toplumsal disposable time'ın koşullarının yaratılmasına emek süresinin toplumun tümü için giderek azalan bir minimuma indirgenmesine ve böylece herkesin zamanının kendi kişisel gelişimi için serbest bırakılmasına hizmet etmek durumundadır."8

Komünizmde, gerekli emek süresiyle ilişkili olarak artan zaman, kapitalizmde yükselen üretici güçlerin tarihi sınırlılığıyla belirlenen artı-emek özelliğini yitirir. Disposable time, emeğin sefaletine bağlı kalmaktan kurtulacaktır. Artık, zenginliği yaratmak için sefaletin kullanılmasına gerek kalmayacaktır. Gerekli emekle, artı-emek arasındaki ilişki, üretici güçlerin yükselişiyle, maddeten var olmak için ihtiyaç duyulan emeğin ötesine giden fazla zaman, artı-emek şeklindeki geçici biçimini kaybedecektir.

"Bir boş vakit, istirahat vakti olduğu kadar, aynı zamanda bir daha yüksek faaliyetler vakti olan serbest süre, sahibini şüphesiz başka bir insan haline getirir ve dolaysız üretim sürecine de bu yeni insan girer."9

Emek süresi ekonomisi, insanlığın gelişmesi için mutlak bir gerekliliktir. O, kapitalizmin ve daha üst düzeyde de komünizmin mümkün olması için gerekli bir kuruluştur. Kapitalizmin gelişmesini ve komünizmin kurulmasını gerekli ve mümkün kılan, aynı harekettir.

Değer yasası ve ortalama emek süresi tarafından belirlenen ölçü, aynı süreç için gereklidir. Değer yasası, kapitalizmin sınırını ifade eder ve gerekli ölçüde rol oynar. Üretici güçler henüz yüksek bir gelişmeye varmadığı ve mevcut emek, üretimin gerekli bir faktörü olarak kaldığı sürece, ortalama emek süresi ölçüsü, mutlak bir gerekliliktir. Fakat sermaye, özellikle sabit sermaye geliştikçe, "fiili zenginlik üretimi, giderek emek süresinden ve harcanan emek miktarından çok, emek işlemi sırasında harekete geçirilen faktörlerin gücüne bağımlı olmaya başlar. Bu faktörlerin 'powerful effectiveness'i ise, üretimlerinde harcanan direkt emek süresiyle tamamen orantısızdır, daha çok bilimin genel durumuna ve teknolojinin, yani bu bilimin üretime uygulanışının ne derece ileri olduğuna bağlıdır."10

İnsanlığın bütün bilimsel ve teknik bilgisini "sabit" hale getiren sabit sermayenin önemli ölçüde büyümesi için proletarya sefalet koşullarına mahkûm edilir. Artık etkilerini görmeye başladığımız otomasyon, bu gelişmenin yalnızca bir aşamasıdır. Ortalama emek süresi, ölçü birimi olmakla birlikte, sermaye, üretimi düzenlemeye devam eder.

"Bir yandan emek süresinin minimuma indirgenmesi için bastıran, öte yandan emek süresini zenginliğin tek ölçüsü ve kaynağı olarak vazeden sermaye, süregiden çelişkinin ta kendisidir. Sermaye zorunlu emeğe harcanan süreyi azaltır, ama sadece fazlalık emeğe harcanan süreyi artırabilmek için azaltır."11

Üretici güçlerle üretim ilişkileri arasındaki bilinen çelişki, eğer aşağıdaki karşıtlıklar arasındaki bağlantı görülmezse, anlaşılamaz:

a) "az gelişmiş" üretici güçlerin bir düzenleyicisi olarak ortalama emek süresinin fonksiyonu ile, böyle bir fonksiyonun gerekliliğini ortadan kaldırmaya yönelen üretici güçlerin büyümesi arasındaki çelişki.
b) artı değeri mümkün olduğunca çok üretmek için, işçinin artı- emeğinin azami ölçüde geliştirilmesi ihtiyacıyla, artı-emeğin büyümesinin, onun olanaklarını bastırması arasındaki çelişki.

"Dolaysız biçimiyle emek, zenginliğin ana kaynağı olmaktan çıkınca, emek süresi zenginliğin ve dolayısıyla mübadele değeri, kullanım değerinin ölçüsü olmaktan çıkar ve çıkmak zorundadır. Yığınların artı-emeği, genel zenginliğin gelişiminin önkoşulu olmaktan, onunla birlikte azınlığın emeksizliği insan kafasının evrensel güçlerinin gelişmesinin koşulu olmaktan çıkar."12

Bütün ütopik düşünürlerin kehânette bulunduğu "insanlığın kurtuluşu" ancak şu zaman mümkündür:

"Bununla, mübadele değerine dayalı olan üretim çöker... Bireysellik özgürce gelişir. Zorunlu emek süresinin artık emek yaratmak için azaltılması yerine, genelde toplumun zorunlu emeğinin minimuma indirgenerek, herkes için serbest bırakılmış olan zamanın ve yaratılmış olan araçların, bireylerin sanatsal, bilimsel vb. eğitim ve gelişimine tekabül etmesi."13

"Her çocuk bilir ki, çalışmayı bırakan bir ulus, bir yıl demeyeceğim, birkaç hafta içinde yok olur gider. Ve gene her çocuk bilir ki, farklı gereksinimlere yanıt veren ürün miktarı, toplumdaki toplam emekten, farklı ve nicel olarak belirlenmiş bir miktarı gereksinir. Toplumsal emeğin belirli oranlarda dağılımı zorunluluğunu toplumsal üretimin belli bir biçiminin ortadan kaldıramayacağı, yalnızca onun görünüm tarzını değiştireceği açıktır. Doğa yasaları tamamıyla geçerlikten alıkonamaz. Tarihsel olarak farklı durumlarda değişebilen tek şey, bu biçimdir; yasaların, içinde kendilerini ortaya koydukları biçimdir."14

Marx, sosyal bakımdan gerekli emek süresinin düzenlemesine karşı, mevcut zamanın düzenlemesine taraftardı. Elbette bunlar, istendiği zaman kullanılan ya da reddedilen iki yöntem değildir, fakat bütün sosyal ilişkileri belirleyen iki objektif tarihi süreçtir. Bir çok kişi, Marx'ın, Gotha Programının Eleştirisi'nde bunu açıkladığını bilir: "üretim araçlarının ortak sahipliğine dayanan işbirliği toplumunda, üreticiler ürünlerini mübadele etmezler; ürünlerin doğrudan içerdiği emek, burada bu ürünlerin değeri olarak çok az rol oynarken, onların sahip olduğu maddi kalite belirleyici olur, kapitalist toplumun tersine, bireysel emek, dolaylı bir biçimde artık mevcut değildir, fakat toplam emeğin bir parçası olarak doğrudan mevcuttur."15

"Marx'ın, "herkese ihtiyacına göre" görüşü, herşeyin "bolluk" içinde olacağı anlamına gelmez; mutlak "bolluk" görüşü tarihi olarak geçersizdir. Bir çeşit hesaplama ve seçim, mübadele değeri temelinde değil, ama düşünülen ürünün sosyal yararlılığına göre kullanım değeri temelinde olmak zorundadır. (Bu açıdan, "azgelişmiş ülkeler" sorunu yeni bir bakışaçısıyla ele alınmalıdır.) Marx, Felsefenin Sefaleti'nde, bu konuda son derece nettir:

"Sınıf antagonizminin ortadan kalktığı, sınıfların olmadığı gelecekte, üretimin asgari zaman tarafından belirlenmesi olmayacak; fakat üretim, ürünlerin sosyal yararlılık ölçüsü tarafından belirlenecek farklı sanatlara adanacaktır."16

Nitekim bu metin, "zorunluluklar alanından" "özgürlükler alanına"17 geçişi açıklamaktadır. Özgürlükten, üretici güçlerin gelişmesiyle ulaşılan düzey, insanlığın en azından benimseyebildiği maddi hayatın üretim sürecini belirleyen insan ilişkileri bağlamında söz edilebilir.18 Sosyal zenginliğin artması ve her bireyin gelişmesi, birbiriyle uyum halindedir.

"Çünkü gerçek zenginlik, tüm bireylerin gelişmiş üretici güçleridir. Bu noktada artık zenginliğin ölçüsü emek süresi değil, disposable time'dır."19 Gerçekten de Marx, zamanı, insan özgürlüğünün ölçüsü olarak koyarken son derece haklıdır.

Ayrıca, şurası son derece açıktır ki, Marx'ın tahlil ettiği dinamikler, değer yasasının yıkımındaki ilerleme yoluyla komünizme tedrici bir geçiş olacağı şeklindeki hipotezleri dışlar. Tersine, değer yasası, kapitalizmin yıkımına kadar kendini şiddetle korur: değer yasası, kendi kendine asla son vermez - yalnızca yeniden ve yeniden daha üst düzeyde ortaya çıkar. Onun yıkımına yol açacak hareketin doğmasının zorunluluk olduğunu gördük. Fakat o, sistemin fonksiyonlarının düzenlenmesine ve varlığına asla son vermez. Bu yüzden, bir devrim zorunludur.

Toplumun işçi konseyleri tarafından yönetilmesi teorisi, kapitalizmin dinamiklerini dikkate almaz. O, kapitalizmin özelliklerini ve bütün kategorilerini benimser: ücretli emek, değer yasası, mübadele. İşçiler tarafından demokratik bir şekilde yönetme şeklindeki sosyalizm çeşidi, kapitalizmden başka bir şey değildir. Eğer bu, pratiğe konacak olursa, iki olasılık söz konusudur: ya işçi konseyleri, hâlâ varlığını sürdüren kapitalist üretim ilişkilerinin imkansız kılması sonucu, kapitalist işletmelerde geçerli olamayacak fonksiyonları yerine getirmeye çalışacaklardır. Bu durumda, işçi konseyleri karşı-devrim tarafından yıkılacaklardır. Üretim ilişkileri insan insana ilişkiler değildir, tersine, emek sürecinin çeşitli unsurlarının kombinasyonudur. "İnsan" ilişkileri, sermaye ve ücretli emek arasındaki temel ilişki biçiminin yanında yalnızca ikincil bir ilişkiye yol açacaklardır. Ya da işçi konseyleri, kapitalist girişimler olarak işlemeyi kabul edeceklerdir. Bu durumda, konseyler sistemi yaşamayacak; bir ilüzyon olarak, Sermaye ve Emek arasındaki birliğin sayısız biçiminden biri olarak kalacaktır. "Seçilmiş" menajerler, kısa sürede, geleneksel kapitalistlerin bir benzerine dönüşeceklerdir: kapitalistin fonksiyonu, der Marx, işçinin fonksiyonundan ayrılma eğilimindedir. İşçi yönetimi kapitalizm sonucuna varacaktır; başka bir deyişle, kapitalizm yıkılmayacaktır.

Bolşevik bürokrasi, ekonomiyi kendi kontrolüne aldı. Aşırı sol, bunu kitlelerin yapmasını istedi. Aşırı sol, Leninizmle aynı zeminde kaldı: o, bir kere daha, aynı soruya (ekonominin yönetilmesi) farklı bir yanıt verdi. Biz, bu sorunun yerine başka bir soru koymak istiyoruz (kapitalist ekonominin yıkımı). Sosyalizm, isterse "demokratik" olsun, sermayenin yönetilmesi değildir, fakat onun bütünüyle yıkılmasıdır.
 

E) Aşırı Solun Tarihsel Sınırı

"Örgütlenme" ve sosyalizmin içeriği üzerine incelememiz bizi, kapitalizm altındaki devrimci bir dinamiğin varlığını ileri sürmeye götürdü. Kapitalizmin bir ürünü olan devrimci hareket, yeni bir durumda yeni biçimler alır. Sosyalizm, yalnızca toplumun işçiler tarafından yönetilmesi değil, fakat sermaye devrine, tarihsel olarak, proletarya tarafından son verilmesidir. Proletarya yalnızca dünyayı ele geçirmez; aynı zamanda kapitalizmin işlemesine ve mübadeleye son verir. Marx'ı, diğer bütün ütopik ve reformist düşünürlerden ayıran nokta budur; sosyalizm, sermaye tarafından yaratılan ve bütün gezegene yayılan objektif dinamiklerin ürünüdür. Marx, hareketin içeriği noktasında ısrar etmiştir. Lenin ve aşırı sol, onun biçimleri üzerinde ısrar etmişlerdir: örgütlenme biçimi, toplumun yönetilme biçimi derken, onlar devrimci hareketin içeriğini unutmuşlardır. Bu da tarihsel bir üründür. O dönemdeki şartlar, devrimci mücadelenin komünist bir içerik kazanmasını önlemiştir.

Leninizm, onun zamanındaki devrimin imkansızlığının ifadesidir. Konseycilik, olanaklılığının nerede yattığını tam olarak görmeksizin, onun gerekliliğinin ifadesidir. Marx'ın parti üzerine fikirleri terkedildi. Zaman büyük reformist örgütlerin zamanıydı ve bu yüzden komünist partiler çabucak ve derhal reformizmin diğer bir biçimine battılar. Devrimci hareket, yeterince güçlü değildi. 1920'lerin başı, her yerde, Almanya'da, İtalya'da, Fransa'da, Büyük Britanya'da, kitlelerin "işçi" liderleri tarafından kontrolüne işaret eder. Bu duruma tepki olarak, aşırı solcular, yeni bürokratlar olma korkusuna kapıldılar. Leninist partilerin, proletaryanın yenilgisinin bir ürünü olduğunu anlamak yerine, her türlü partiyi reddettiler ve Lenin'in yaptığı gibi, Marxist parti fikrini unutulmaya terkettiler. Sosyalizmin içeriğine gelince, kısa bir süre İspanya'daki hariç, bütün sosyalist partiler, kapitalizmi devirmek yerine onu yönetmeye kalkıştılar. Bu koşullarda aşırı sol, Leninizmin derin bir eleştirisini yapamadı. Onlar, devrimin içeriğini anlamadan, yalnızca karşıt fikri ileri sürdüler ve Leninizme başka biçimlerde karşı çıktılar. İçerik net bir şekilde ortaya çıkmadığı için bu son derece doğaldı. (Bununla birlikte aşırı solun kapitalizmin bazı yönlerine -sendikalizm ve "işçi" partileri- önemli eleştiriler getirdiğini hatırlatmalıyız).

Aşırı sol hareketin, Leninist parti ve sınıf bilinci fetişminin yerine, işçi konseyleri fetişizmini koymasının nedenleri bunlardır. Hem Leninizmin, hem de aşırı solculuğun eleştirisi artık mümkündür, çünkü kapitalizmin gelişmesi bize, devrimci hareketin gerçek içeriği hakkında bir fikir kazandırmıştır.

Gösterdiğimiz gibi, aşırı sol fikirlere saplanırsak (parti kurma korkusu ve işçi yönetimi) onları bir ideolojiye dönüştürmüş oluruz. Bu fikirler 1920'lerde ilk ortaya çıktıklarında gerçek bir devrimci mücadelenin ifadesiydiler ve onların "hataları" bile, Leninizme ve sosyal demokrasiye karşı mücadelede olumlu ve ilerici bir rol oynadı. Onların sınırlılıkları, binlerce devrimci işçinin faaliyetinin ifadesiydi. Fakat, 1920'den bu yana çok şey değişti. Yeni bir devrimci işçi azınlığı yavaş bir süreç içinde şekillendi ve 1968 Fransa olaylarıyla ve çeşitli ülkelerdeki diğer mücadelelerle kendini ortaya koydu.

Devrimci bir dönemde, devrimciler, herhangi bir teorik ya da sosyal sorun olmaksızın proletaryanın yanında yer alırlar. Devrimci hareket bölünmez. Teorik uyum devrimcilerin sürekli hedefi olduğu gibi, bu daima devrimci çabaların pratik eşgüdümünü hızlandırır. Devrimciler, var olan toplumun eleştirisini propaganda yapmakta, kolektif olarak harekete geçmekte bir an bile duraksamazlar.

Onlar, işçilere ne yapacaklarını söylemeye kalkışmazlar; fakat onlar, "işçiler ne yapmalarına kendileri karar vermelidirler" bahanesine sığınarak müdahale etmekten de kaçınmazlar. Çünkü, bir yandan, genel durumun onları yapmaya zorladığı şeye ancak işçiler karar verebilirler; ve diğer yandan, devrimci hareket, teorinin organik yapısının ayrılmaz ve zorunlu bir unsurudur. Komünistler, hareketin genel çıkarlarını savunur ve temsil ederler. Her durumda onlar, ne olup bittiğinin bütünsel anlamını ifade etmekte, pratik önerilerde bulunmakta tereddüt etmezler. Eğer bu ifadelendirme doğru ve öneriler uygunsa, onlar proletarya mücadelesinin bir parçasıdır ve komünist devrimin "parti"sini inşa etmeye katkıda bulunmuş olurlar.

(Temmuz, 1969)
 
 
 
 

1. ICO şu anda, Echanges & Mouvements biçiminde varlığını sürdürmektedir.(Makaleye Geri Dön)

2. Marx'ın Engels'e mektubu, 24 Ağustos 1867. K.Marx-F. Engels, Seçme Yazışmalar-I (1844-1869), Sol Yayınları, çev: Yurdakul Fincancı, Kasım 1995, Ankara, s.225.(Makaleye Geri Dön)

3. Paul Mattick, "Value and Socialism".(Makaleye Geri Dön)

4. Marx, Grundrisse. Birikim Yayınları, çev: Sevan Nişanyan, 1979, İstanbul, s.655.(Makaleye Geri Dön)

5. Agy. s.662.(Makaleye Geri Dön)

6. Agy. s.656.(Makaleye Geri Dön)

7. Agy. s.657. Antitetik biçim: Yani bir yerde serbest zamanın yaratılmasının, öbür yanda işçi sınıfının arttık-emeğine bağlı olması.(Makaleye Geri Dön)

8. Agy. s.656.(Makaleye Geri Dön)

9. Agy. s.663.(Makaleye Geri Dön)

10. Agy. s.651.(Makaleye Geri Dön)

11. Agy. s.653.(Makaleye Geri Dön)

12. Agy. s.652.(Makaleye Geri Dön)

13. Agy. s.652-653.(Makaleye Geri Dön)

14. Marx'ın Kugelmann'a mektubu, 11 Temmuz 1868. K.Marx-F. Engels, Seçme Yazışmalar-I (1844-1869), Sol Yayınları, çev: Yurdakul Fincancı, Kasım 1995, Ankara, s.245.(Makaleye Geri Dön)

15. Marx, Critique of the Gotha Programme.(Makaleye Geri Dön)

16. Marx, The Poverty of Philosophy.(Makaleye Geri Dön)

17. Capital, C.III, son bölüm.(Makaleye Geri Dön)

18. "Burjuva toplumunun özü işte tam da buradadır; a priori üretimin bilinçli sosyal düzenlenmesi söz konusu değildir. Rasyonel ve doğal zorunluluk olan, kendini yalnızca gözü kapalı işleyen bir ortalamayla ortaya koyar." (Mark'ın Kugelmann'a mektubu, 11 Temmuz 1868, 14. dipnotta age, s.246).(Makaleye Geri Dön)

19. Grundrisse. s.657.(Makaleye Geri Dön)
 

Bir Sonraki Bölüm

İçindekiler'e Bakınız

Antagonism'e Geri Dön
1