Pannekoek ve Bordiga Üzerine Not
Her ne kadar her ikisi de, Lenin'in Sol Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı'nda saldırı hedefi olmuşlarsa da, Pannekoek, Bordiga'yı tuhaf bir Leninist olarak adlandırırken, Bordiga da Pannekoek'i, marxizmle anarko-sendikalizmin tatsız bir karışımı olarak görür. Aslında, ikisi de birbirine gerçek bir ilgi göstermedikleri gibi, "Alman" ve "İtalyan" komünist solcuları da birbirlerini büyük ölçüde görmezlikten gelmişlerdir. Bu notun amaçlarından biri, onların böyle yaparak hata ettiklerini göstermektir.
Bir kaç yıl öncesine kadar, çok az kişi Pannekoek (1873-1960) hakkında bir şeyler biliyordu. Onun fikirleri ve geçmişi yeniden gündeme geldi, çünkü içinde yaşadığımız dönem, onun zamanının koşullarını yeniden yarattı - fakat bugüne göre önemli farklılıklar olsa da, onun görüşlerini doğrulamak zorundayız.
Pannekoek Hollandalıydı, fakat çoğu faaliyetini Almanya'da sürdürdü. O, gelişmiş ülkelerdeki, 1914 öncesi devrimci geleneğinden ayakta kalan çok az sayıdaki sosyalistten biriydi. Ne var ki, ancak savaş sırasında ve sonrasında radikal görüşleri benimsedi. Onun 1920'de yazdığı World Revolution and Communist Tactics yazısı, o dönemin en iyi çalışmalarından biridir. Pannekoek, İkinci Enternasyonalin başarısızlığının, onun stratejisinin başarısızlığından gelmediğini, fakat bu stratejinin İkinci Enternasyonal'in biçim ve işlevinden kaynaklandığını gördü. Enternasyonal, işçilerin ekonomik ve sosyal reformlar talep ettikleri kapitalizmin belli bir aşamasına adapte olmuştu. Devrim yapmak için proletarya, eski parti/sendika bölünmesinin ötesine giden yeni tipte organlar inşa etmek zorundaydı. O, bu konuda, Komünist Enternasyonal'le de çatışmaktan kaçınamazdı. Birinci olarak, Ruslar eski Enternasyonalin ne yaptığını bütünüyle anlamadıkları ve Kautsky'nin kitlelere "sosyalist bilinç" verme ve onun karşı-devrimci tavrını anlamaksızın, işçileri yukardan örgütlemeye inandıkları için; ikincisi, Rus Devleti, Avrupa'da, Rusya ile hükümetlerini anlaşmaya zorlamak yönünde baskı yapacak kitle partilerini arzuladığı için. Pannekoek, gerçek komünist unsurların yanında yer aldı. Kısa süre sonra bu unsurlar yenildi ve Batı'da çeşitli büyüklükte Komünist Partiler ortaya çıktı. Komünist sol, farklı fraksiyonlar biçiminde bölünen küçük gruplara indirgendi.
30'lu yıllarda Pannekoek ve diğerleri, komünizmi tanımlamaya çalıştılar. Onlar, 1920'lerin başlarından beri Rusya'yı kapitalist olarak suçlamışlardı. Şimdi ise Marx'ın değer analizine kadar gidiyorlardı. Onlar, kapitalizmin, değer birikimi için üretim olduğunu, oysa komünizmin, halkın ihtiyaçlarını yerine getiren kullanım değeri için üretim olduğunu ileri sürdüler. Fakat komünizmde bazı planlamalar yapılmak zorundaydı: paranın aracılığı olmaksızın, toplum, üretilen her malda bulunan emek süresi miktarının izini tespit etmek için doğru bir muhasebe sistemi örgütlemek zorundaydı. Doğru bir hesaplama, hiçbir şeyin israf edilmediğini gösterecekti. Pannekoek ve arkadaşları, değere ve onun sonuçlarına geri dönmekte son derece haklıydılar. Fakat onlar, emek süresinde akılcı bir hesaplama sistemi görerek hata etmişlerdi. Onlar, aslında değer kuralını (çünkü değer, bir malı üretmek için gerekli sosyal emek süresi miktarından başka bir şey değildi) paranın müdahalesi olmaksızın önermişlerdi. Buna, Marx'ın 1857'de, Grundrisse'nin başında yaptığı saldırı da eklenebilir. Fakat Alman (ve Hollandalı) sol komünistler en azından komünist teorinin merkezine vurgu yapmışlardı.
1919'dan 1923'e kadar süren Alman iç savaşında, en aktif işçiler, esas olarak "sendika"1 denen ya da bazen "konsey" (var olan işçi konseylerinin çoğunluğu reformist olmakla birlikte) diye anılan yeni örgüt biçimleri yarattılar. Pannekoek, bu biçimlerin, geleneksel parti biçimine karşı çıkan bu formların hayati önemde olduğu fikrini geliştirdi. Bu noktada, konsey komünizmi, parti komünizmine saldırdı. Pannekoek, tam anlamıyla konseyci bir ideoloji biçiminde işlediği Workers' Councils'ı yayınladığı ikinci dünya savaşı sonrasına kadar bu görüşleri daha tam bir biçimde geliştirmeye devam etti. Devrim, bir kitle demokrasisi sürecine indirgendi ve sosyalizm de, emek süresini hesaplayan bir kolektif muhasebe sistemi, bir başka deyişle, parasız biçimdeki değer aracılığıyla bir işçi yönetimine indirgendi. Sorun, değerin yalnızca bir ölçü birimi olmanın ötesinde, kapitalizmin kanı olmasıydı. Devrimcilere gelince, onlar yalnızca haberleşmeli, teoriyle ilgilenmeli, bilgi akışını sağlamalı ve işçilerin ne yapmakta olduğunu izah etmeliydiler. Fakat onlar, sürekli bir politik grup içinde örgütlenmemeli, bir strateji savunmaya ya da buna göre hareket etmeye kalkışmamalı, zinhar işçilerin yeni liderleri ve sonra da yeni yönetici sınıf olmamalıydılar.
Pannekoek, Rusya'nın devlet kapitalizmi tahlilinden, kapitalizm içindeki işçilerin temsilcileri olarak her şeyden önce sendikaların tahliline yöneldi.
Pannekoek için, sermayeye karşı proletaryanın doğrudan direniş biçimleri bildik bir şeydi ve karşı-devrimin zaferini anlıyordu. Fakat, komünist hareketin genel koşullarını anlamamıştı: onun temelini (işçilerin emtiaya dönüşmesi), mücadelesini (Devlete ve var olan işçi hareketine karşı merkezileşmiş eylem), hedefini (ekonominin olmadığı yeni sosyal ilişkilerin yaratılması). Pannekoek, devrimci hareketin yeniden biçimlendirilmesinde önemli bir rol oynadı. Onun katkısının sınırlarını görmek zorundayız ki, ancak o zaman bu katkıyı, yıkıcı teorinin yeniden genel biçimlendirilmesine yerleştirebiliriz.
Bordiga (1889-1970), farklı koşullarda yaşadı. Savaştan önce reformizme karşı savaşan ve hatta yenisini kurmak üzere Hollanda Sosyalist Partisi'nden ayrılan Pannekoek gibi, Bordiga da, partisinin sol kanadındandı. Fakat o, Pannekoek kadar ileri gitmedi. Birinci dünya savaşı sırasında, İtalyan partisi bir ölçüde radikal görüşe sahipti ve bu, bölünmeye olanak tanımamıştı. Bu parti, az çok pasif bir biçimde de olsa, savaşa bile karşı çıkmıştı.
İtalyan KP'nin 1921'deki kuruluşu, eski partinin sağ kanadından ve aynı zamanda merkez kanadından kopuşla gerçekleşmişti. Bu, Komünist Enternasyonal'in hoşuna gitmedi. Bordiga, partiye liderlik ediyordu. O, ilkesel değil, fakat taktik olarak seçimlere katılmayı reddetti. Parlamenter faaliyet bazen kullanılabilirdi, fakat burjuvazi onu, işçileri sınıf mücadelesinden kopartmak için ortaya sürdüğünde değil. Daha sonra Bordiga, mümkün olduğu zaman parlamentoyu bir kürsü olarak kullanmaya karşı olmadığını yazdı. Örneğin, faşizmin ortaya çıkışı sırasında, parlamento, bir kürsü olarak kullanılmaya çalışılmıştı. Fakat 1919'da, devrimci bir hareketlenme sırasında, bir ayaklanma ve onun hazırlıkları gündemdeyken seçimlere katılmak, parlamento yoluyla değişikliğin mümkün olduğu şeklindeki burjuva yalan ve yanıltmalarını güçlendirmek anlamına gelirdi. Bu, sosyalist partideki grubu, "boykotçu hizip" diye adlandırılan Bordiga için önemli bir konuydu. Komünist Enternasyonal, bu noktada onunla aynı fikirde değildi. Bunun bir strateji değil, taktik sorunu olduğunu düşünen Bordiga KE'e boyun eğmeye karar verdi, çünkü böyle bir harekette disiplinin gerekliliğine inanıyordu. Fakat tutumunu değiştirmedi.
Bir diğer anlaşmazlık sebebi, birleşik cephe taktikleriydi. Bordiga'ya öyle geliyordu ki, sosyalist partileri ortak eyleme çağırmak, kitleler arasında bir kafa karışıklığına yol açacak ve bu, karşı-devrimci partilerin komünizme olan uzlaşmaz muhalefetini gizleyecekti. Bu, aynı zamanda, reformizmle bağlarını aslında kopartmamış olan bazı komünist partilerin oportünist eğilimlerini geliştirmelerine yardımcı olacaktı.
Bordiga, yalnızca teoride ve pratikte karışıklık yaratmaya yarayan işçi hükümeti sloganına da karşıydı. Ona göre, proletarya diktatörlüğü, devrimci programın zorunlu bir parçasıydı. Gerçi Pannekoek'in tersine, o, bu tutumlarını, Rus devletinin ve partisinin yozlaşmasına dayanarak açıklamayı reddetti. O, KE'in hatalı olduğunu, ama hâlâ komünist olduğunu düşünüyordu.
Komünist Enternasyonal'in tersine, Bordiga, faşizm konusunda net bir tutum benimsedi. O, faşizmi, demokrasi gibi, burjuva yönetiminin bir diğer biçimi olarak görüyordu; o, aynı zamanda, bunların arasında seçim yapılamayacağına inanıyordu. Bu, sürekli tartışılan bir konuydu. İtalyan solu'nun tutumu, genellikle çarpıtılmıştır. Tarihçiler genellikle, Mussolini'nin iktidara gelmesinden Bordiga'nın sorumlu olduğunu düşünürler. O, faşizm altında halkın acı çekmesine karşı duyarsız kalmakla bile suçlanmıştır. Bordiga'nın gözünde, devrim bakış açısından, faşizmin demokrasiden daha kötü olduğu ve demokrasinin, proletaryanın sınıf mücadelesi için daha iyi koşullar yarattığı doğru değildir. Demokrasiyi, faşizm karşısında ehven-i şer olarak düşünmek aptallıktır ve faşizmden sakınmak için demokrasiyi desteklemek faydasızdır: İtalyan (ve daha sonra Alman) deneyleri göstermiştir ki, demokrasi yalnızca faşizm karşısında güçsüz olmakla kalmaz, fakat faşizmi yardıma da çağırır. Proletaryadan korkan demokrasi, gerçekte faşizmi besler. Bu yüzden, faşizme karşı tek alternatif, proletarya diktatörlüğüdür.
Daha sonra anti-faşist politikayı destekleyen sol tarafından - örneğin Troçkistler - bir başka argüman ileri sürüldü. Sermayenin faşizme ihtiyacı vardı: O, artık demokratik olamazdı. Bu yüzden, biz demokrasi için savaşırken, aslında sosyalizm için savaşıyorduk. Çok sayıda solcunun ikinci dünya savaşındaki tutumlarını haklı göstermek için dayandığı nokta budur. Fakat, demokrasinin faşizmi beslemesi gibi, faşizm de demokrasiyi besler. Tarih, Bordiga'nın teoride savunduğu şeyin, pratikte gerçekleştiğini göstermiştir: kapitalizm, birinin yerine diğerini koymuştur; demokrasi ve faşizm, birbirlerinin başarısını sağlamışlardır. 1945'den beri, her iki biçim birbirine karışmıştır.
Elbette Komünist Enternasyonal, Bordiga'nın muhalefetini tolere edemedi ve 1923'le 1926 arasında, Bordiga, İtalyan Komünist Partisi'nin kontrolünü kaybetti.2 Troçki'yle fikri anlaşmazlık içinde olmasına rağmen, Stalin'e karşı Troçki'nin safında yer aldı. 1926'da, Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesinde, Rus liderlere saldırıya geçti. Bu, muhtemelen, kamuoyu önünde, böyle üst düzeyde, KE'e saldırılan son olaydı. Yine de, burada, Bordiga'nın Rusya'yı kapitalist olarak tahlil edemediğini ve KE'in yozlaştığını tespit edemediğini kaydetmek önemlidir. Bir kaç yıl sonrasına kadar Stalinizmden gerçek anlamda kopamadı.
Bordiga, 1926'dan 1930'a kadar hapis yattı ve 1930'lu yıllarda, politik sığınmacı olarak, aktif politikadan uzak kaldı. Yeni bir dünya savaşının hazırlıklarıyla geçen 1930'lar, anti-faşizm ve halk cepheleri tarafından domine edildi. Son derece zayıf olan İtalyan göçmen solu, yaklaşan savaşın emperyalist savaştan başka bir şey olmayacağını ileri sürdü. Demokrasiyi destekleme yoluyla faşizme karşı mücadele, bu savaşın maddi ve ideolojik hazırlığı olarak görüldü.
Savaşın başlamasından sonra, komünist eylem için çok az fırsat doğdu. İtalyan ve Alman solu, enternasyonalist bir tutum benimserken, Troçkizm, mihver devletlere karşı müttefik devletleri desteklemeyi tercih etti. Bordiga, o sırada hâlâ Rusya'yı kapitalist olarak tanımlamayı reddetmekle birlikte, hiçbir zaman - Troçki'nin yaptığı gibi -, Sovyetler Birliği'nin, kiminle ittifak yaparsa yapsın, desteklenmesi gerektiğine inanmadı. O, asla "işçi devleti"nin savunulması gerektiğini söylemedi. Unutulmamalıdır ki, Rusya, Almanya ile birlikte, 1939'da, Polonya'yı işgal ettiği ve paylaştığı zaman, Troçki, bunun, Polonya'ya sosyalist ilişkilerin, sosyalist yoldan sokulması anlamına geldiği için, olumlu bir olay olduğunu söylemişti!
1943'de İtalya'nın saf değiştirmesi ve Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte eylem için fırsat doğmuş oldu. İtalyan solu bir parti kurdu. Onlar, savaşın sona ermesinin, birinci dünya savaşının sonunda olduğu gibi, sınıf mücadelesine yol açacağını düşünüyorlardı. Bordiga gerçekten inanıyor muydu buna? O, muhtemelen, durumun tamamen farklı olduğunu anlamıştı. Bu sırada işçi sınıfı, demokrasi bayrağı altında toplanmayı başarmış olan sermayenin tamamen kontrolü altındaydı. Mağluplara (Almanya ve Japonya) gelince, onlar işgal altındaydılar ve galiplerin kontrolü altına girmişlerdi. Fakat Bordiga, grubunun iyimser bölümünün görüşlerine gerçekte karşı çıkmadı ve bu tutumunu ölümüne kadar sürdürdü. "Parti"sinin aktivitelerinden (ve aktivizminden) uzak durdu ve daha çok teorik sorunlarla ilgilendi. Böylece o, karşı olduğu ilüzyonların yaratılmasına ve sürdürülmesine yardım etmiş oldu. Partisi, birkaç yıl içinde, üyelerinin çoğunu kaybetti. 1940'ların sonunda, parti, savaştan önce olduğu gibi, küçük bir gruba dönüştü.
Bordiga'nın çalışmalarının çoğu, teoriktir. Bunların büyük kısmı Rusya ile ilgilidir. O, Rusya'nın kapitalist olduğunu ve bu kapitalizmin, batıdakilerden karakter olarak farklı olmadığını gösterdi. Alman solu (ya da aşırı solu) bu konuda hatalıydı. Bordiga'ya göre, önemli olan, bürokrasi değil, bürokrasinin boyun eğmek zorunda olduğu ekonomik yasaların özüydü. Bu yasalar, Kapital'de tarifi yapılanların aynısıydı: değer birikimi, emtia mübadelesi, kâr oranının düşmesi vb. Rus ekonomisinin üretim fazlası yaşamadığı doğruydu, fakat bunun tek nedeni, onun geriliğiydi. Soğuk savaş sırasında, konsey komünistlerinin çoğu, bürokratik rejimleri, kapitalist evrimin gelecekteki muhtemel ve yeni bir modeli olarak tanımladıklarında, Bordiga ABD dolarının, Rusya'ya sızdığını ve Kremlin'in duvarlarını çatlattığını öngördü.
Aşırı sol, Rusya'nın, Marx'ın tanımını yaptığı temel yasaları değiştirdiğine inanıyordu. O, ekonominin, işçi yönetimi sloganına karşı çıkan bürokrasi tarafından kontrol edildiği noktasında ısrar ediyordu. Bordiga, yeni bir programa ihtiyaç olmadığını söyledi; işçi yönetimi ikincil bir sorundu; işçiler, ancak pazar ilişkilerinin ilga olduğu bir durumda ekonomiyi yönetebilirlerdi. Elbette bu tartışma, Rusya'nın analizinin ötesine gitmişti.
Bu konu, 50'lerin sonlarında açıklığa kavuştu. Bordiga, Marx'ın en önemli metinlerinden bazıları üzerine çeşitli yazılar yazdı. 1960'da, Marx'ın bütün eserlerinin komünizmin bir tarifi olduğunu söyledi. Kuşkusuz bu, Marx hakkındaki en derin yorumdu. 1930'larda değerin analizine dönen Pannekoek gibi, Bordiga da, otuz yıl sonra aynı konuya döndü. Fakat Bordiga, ilk ortaya çıkışından, komünizmdeki ölümüne kadar mübadele kavramının gelişme ve dinamiklerinin ayrıntılı bir tahlilini geliştirdi.
Bu sırada, Bordiga, proletaryanın iç dinamiklerinin yanlış kavranmasını da içeren, devrimci harekete ilişkin teorisini korudu. O, işçilerin önce ekonomik düzlemde toplanacaklarını ve sendikaların doğasını değiştireceklerini düşünüyordu; bundan sonra onlar, devrimci öncünün müdahalesi sayesinde, politik düzeye çıkacaklardı. Burada Lenin'in etkisini görmek zor değildir. Bordiga'nın küçük partisi, Fransa ve İtalya'da sendikalara girdi (KP'nin kontrolündeki sendikalara) ve hiç bir sonuç alamadı. O, bunu şu veya bu ölçüde onaylamamakla birlikte, böylesi felaketle sonuçlanan bir faaliyete karşı açıkça bir tutum almadı.
Bordiga, komünist teorinin özüne bağlı kaldı. Fakat o, aslında İkinci enternasyonalin görüşleri olan Lenin'in görüşlerinden kurtulamadı. Bu yüzden eylemleri ve fikirleri çelişmek zorunda kaldı. Fakat bugün, çalışmalarının -hâlâ- geçerli olduğunu anlamak zor değildir.
Pannekoek, proletaryanın karşı-devrime doğrudan direnişini anladı ve ifade etti. O, sendikaların, yoğunlaşmış sabit sermayenin sıradan tekellerinin benzeri olan değişken sermayenin tekeli olduklarını gördü. O, devrimin, Stalinist ve sosyal-demokratik "sosyalizmin" (Troçkizm ve şimdi de Maoizm tarafından büyük ölçüde paylaşılan) üretimci, hiyerarşik ve milliyetçi görüşüne karşı hayatın kitleler tarafından ele geçirilmesi olduğunu açıkladı. Fakat o, sermayenin doğasını ya da komünizmin meydana getireceği değişikliğin doğasını kavrayamadı. Pannekoek'in yaşamının sonlarında ifade ettiği gibi, konsey komünizmi, Leninist bakışaçısında "parti"nin oynadığı rolü oynayacak bir konsey örgütlenmeleri sistemi olarak, sermayenin aşırı bir biçimi olacaktı. Fakat Pannekoek'i en kötü dönemiyle tanımlamak ciddi bir hata olacaktır. Aynı şekilde, özellikle sermaye, işçileri yönetime katarak onları entegre etmek için yeni yollar ararken, kimse işçi yönetimi teorisini kabul edemez.
Bu, özellikle Bordiga'da önemlidir: o, Marx'ın bütün eserlerini, bir komünizmi tanımlama girişimi olarak görür. Komünizm, proletaryada potansiyel olarak mevcuttur. Proletarya, bu toplumun inkârıdır. O, sonuçta, emtia üretimine karşı, yalnızca hayatta kalmak için ayaklanacaktır, çünkü emtia üretimi, onu, fiziki olarak bile yıkmak zorundadır. Devrim, ne bilinç, ne de yönetim sorunudur. Bu tam da, Bordiga'yı, İkinci Enternasyonal'den, Lenin'den ve resmi Komünist enternasyonal'den ayıran noktadır. Fakat o hiç bir zaman, geçmişle bugün arasında bir çizgi çekmeyi başaramadı. Şimdi bunu biz yapabiliriz.
Ocak, 1973
1. Bu bağlamda, Almanca'daki "sendika" sözcüğünün bildiğimiz sendikalarla (Almancada Gewerschaften denir) bir ilgisi yoktur. "Sendikalar", gerçekte Gewerschaftenlere karşı savaşıyorlardı.(Makaleye Geri Dön)
2. Hâlâ çoğunluğa sahipken, Gramsci lehine istifa ederek,
örgütten uzaklaştı.(Makaleye Geri Dön)
İçindekiler'e Bakınız
Antagonism'e Geri Dön