Ahmet Ağaoğlu'nun ve Suphi Nuri İleri'nin, 1930'lu yıllarda "Marxizm külliyatının" çevirisine ilişkin katkılarını bir tarafa koyarsak, Türkiye'de Marxist literatür esas olarak, sol hareketin büyümeye ve kitleselleşmeye başladığı 1960'lı yıllarda çevrilmeye ve basılmaya başlandı. 1960'lı yılların başlarında Sosyal Yayınlar'ın Plehanov ya da Marx'tan yaptığı çeviriler daha çok felsefî ağırlıklıydı. Sol hareket, öğrenme aşamasından, politik aşamaya geçtikçe, Marxist literatürden yapılan çeviriler de politikleşti ve "güncel"leşti. Marx ve Engels'in eserlerini, Lenin, Stalin ve Mao Zedung'un daha "stratejiye" yönelik kitapları izledi. Bu "klasikleri" adeta bir devlet kurumu ciddiyetiyle ve belli bir hiyerarşik düzende ortaya süren Sol Yayınları'nın yanısıra, sol içindeki "sapkın" eğilimleri basan yayınevleri de vardı. Örneğin, Stalinist Türk sol geleneğinin bütünüyle dışladığı Troçki'yi anlatan Deutscher'in üç ciltlik kitabı, Tektaş Ağaoğlu'nun çevirisiyle Ağaoğlu Yayınevi tarafından '60'ların sonlarına doğru basılmıştı. Doğrudan doğruya Troçki'nin kitaplarını Türkçeden okuyabilmek için ise '70'lerin sonlarını ve 80'leri beklemek gerekecekti.
Öte yandan, Marxsist klasikleri, özellikle de resmi Marxizmi okuyan herkes, 1917 devrimi sırasında ortaya çıkan ve 1920'lerin başlarında Komintern'den ihraç edilen bir "sol sapmadan", bir sol- komünist hareketten, özellikle Lenin'in Sol Komünizm - Bir Çocukluk Hastalığı adlı kitabı aracılığıyla haberdar olmuştur. Lenin, o kitapta, özellikle, Alman Komünist Partisi içinde önemli roller oynamış Hollandalı Pannekoek'in ve İtalyan Komünist Partisi'nin o zamanki lideri Bordiga'nın şahsında, sol komünistlere şiddetli saldırılar yöneltmiştir. Doğrusunu söylemek gerekirse, biz Türkiyeli solcular, sol komünistler hakkında ne biliyorsak, bunu Lenin'den, Lenin'in o meşum kitabından öğrenmişizdir. Ve gerisini de fazla sorgulamamışızdır. Böylece, sol komünistler, bir çok şey gibi, resmi tarihin ağırlığı altında ezilmiş, gözlerden uzak tutulmuş ve kendilerini doğrudan doğruya anlatma olanağını bulamamışlardır. Hele, komünizm denince, Lenin ve Stalin'den başka bir şeyin anlaşılmadığı, meydanlarda komünizm adına beş erkek kafasının dolaştırıldığı Türkiye'de!
Antagonist Pess'in, Türkçe baskıya yazdığı önsözde içeriğe ilişkin daha ayrıntılı açıklamalar bulacağınız, bu kitabı çevirmemizin nedeni, bir de böyle bir eğilimin, böyle bir akımın var olduğunu, birbirinin gözünü oyan her türden komünist eğilim ve geleneğe, onlardan farklı bir şeyler söyleyen farklı türde komünistlerin de bulunduğunu, komünizmle Leninizmi aynı şey olarak anlayan komünistlere, Leninizmi başından ve kesin olarak reddeden devrimci bir komünizm akımının da var olduğunu göstermek ve en nihayet, Türkiye'deki komünist tartışma ıskalasındaki bir eksikliği gidermek üzere oraya sol komünistleri de yerleştirmektir. Alternatiflerden birinin bile eksik olması, tartışmanın sağlığı açısından önemli bir eksikliktir çünkü. Öte yandan önemle belirtmeliyiz ki, bu kitaptaki fikirler, yukarda sözünü ettiğimiz, 1920'lerdeki sol komünist hareketten kaynaklanmakla birlikte, bir sol komünist klasiği değildir ve öyle okunmamalıdır.
Bütün bu söylediklerimiz, kitapta yazılanlara bütünüyle katıldığımız
anlamına gelmiyor elbette. Hatta diyebiliriz ki, kitapta yazılanlarla oldukça
önemli noktalarda ciddi fikir ayrılıklarımız söz konusudur. Örneğin, "proletarya
diktatörlüğü" denen şey, kitapta, bugüne kadar bilinegelen diktatörlük
tanımından ne kadar farklı bir şekilde kullanılmış ve yazarların böyle
bir "diktatörlükten," yeni polis ve ordu güçleri inşa etmeyi kastetmedikleri
ne kadar anlaşılmış olursa olsun, bu tanımla fikir birliği içinde olamayacağımız
ortadadır. Öte yandan, yazarların, fazlasıyla ortodoks Marxist bir tutum
takınarak, Marx'ın parti anlayışını aklamaya ya da bizzat Marx'ın parlamentarist
yönelimlerini görmezden gelmeye çalışmaları ya da keza aynı kaygıyla yer
yer kendileriyle de çelişecek ölçüde "modernist" ve "progressif" bir tutum
alarak kapitalist emtia üretiminin dünyayı işgal etmesini onaylamaları
da katılabileceğimiz görüşler değil. Ama buna rağmen, sendika kuyrukçuluğuna,
parlamentarizme, seçimciliğe, Leninist "öncü" parti görüşüne, burjuva liberal
"anti- faşist mücadele" anlayışına indirdikleri devrimci darbeler de desteklenmeyi
fazlasıyla hakediyor.
Bora Sarayova
1 Kasım 1998
Londra
İçindekiler'e Bakınız
Antagonism'e Geri Dön