|
İZLENİM
Recai Şeyhoğlu
ÜZÜLDÜĞÜ ŞEYE BAK!
Akşamın ilerlemiş bir saatinde Hüseyin Yurttaş aradı.
'Ne bu yahu!, diye girdi konuşmasına. Üzgün, sinirli, kırılmış, öfkeli bir
hâl vardı sesinde.
-Ben artık Perşembe dışında almıyorum. CUMOK'larla da bir bağlantım yok
dedim, kapatırken telefonu.
Beni halâ CUMOK'ların başı gibi görüyordu. İzmirli CUMOK'ların sağ
tandanslılarla ortak etkinlikler düzenlemesini belli ki o da benim gibi
içine sindiremiyor, ama birine sormadan da edemiyordu.
Asıl öfkesi ise Cumhuriyet'te yayımlanan bir tam sayfalık Harun Yahya
ilanıydı. Cumhuriyet artık iyice cıvıttı demeye getiriyordu.
"Hz. İsa Ölmedi ve tekrar yeryüzüne gelecek!" diyordu ilân. Ve bu ilân
bizim bir zamanlar satışını arttırmak için çırpınıp durduğumuz Cumhuriyet
gazetesinde yayımlanıyordu.
Hüseyin Yurttaş haklıydı.
***
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, yabancı liderlerin eşleriyle katıldığı
bir toplantıya Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'la, Dışişleri Bakanı Abdullah
Gül'ün eşlerini kabul etmedi ya.. İktidarın sözcülüğüne soyunmuş gibi
görünen bir gazetenin köşe yazarı ne dedi.. "Sayın Cumhurbaşkanı laikliğin
keskin bir savunucusu olabilir ama iki hanıma böyle davranamaz,
davranmamalı."
"Laikliğe sahip çıkalım ama bir başbakan ile başbakan yardımcısının eşine
de saygı duyalım"mış!
Böyle diyor Ergun Babahan.
Sayın Babahan'ı, gençliğinde okul kapısında elinde makasla saç kontrolü
yapan okul müdürü öfkelendirirmiş. Müdürü dayatmacı bulurmuş. Öfkeyle olsa
gerek soruyor:
"Biz Türkiye'yi yasaklarla, toplumu kamplara bölen davetiye
uygulamalarıyla mı daha laik, daha demokrat yapacağız?"
Ba, ba, ba, bak!
Demokrata bak sen!
***
İki yıl Urfa'nın bir köyünde öğretmenlik yapmıştım. Evine akşam yemeğine
çağıran köylü kardeşimle biz yemeği evin fertlerinden ayrı bir sofrada
yerdik. Aile fertleri sadece bulgur pilavı yerken, biz bulgurun üstüne
tiftik tiftik edilmiş azıcık tavuk eti ve ayranlarla karnımızı doyururduk.
Ne yaparsın yoksulluk!
Bundan müthiş bir üzüntü duyardım. Hatta ev sahibine, "Yemeği hep birlikte
yiyelim" derdim.
Aldığım yanıt her zaman "olur mu lo!" olurdu.
Yemek sonrası, evin çocuklarıyla hiç gözgöze gelmek istemezdim. Tavuk
etini mideye indiren onlar değildi, bendim. Konuk olarak ağırlandığım
damlarda aslında kendime potansiyel düşman yaratıyor gibi bir hisse
kapılırdım.
Haziran sonunda iki günlük Nato Zirvesi'nde 850 kişiye The Marmara
İstanbul Oteli'nde bakınız neler yedirildi.
Deniz Börülcesiyle buharda pişirilmiş Bayrampaşa Enginarı ve mini
İmambayıldı, Baharatlı Köy Yoğurdu sosu ile Anadolu köprü mantısı, yufkaya
sarılı Darülziyafe köftesi, Afyon kaymağı eşliğinde cevizli şöbiyet ve
portakallı baklava, kahve ve yerli likörler, erik ve kayısı pestili,
cevizli sucuk, cezerye, badem ezmesi, çikolata ve lokum.
Türk şaraplarının içildiği, Osmanlı yemeklerinin yenildiği bu sofra bana
Urfa günlerimi anımsattı. Bir de Türk-İslam sentezini...
Öte yandan Nato zirvesine gelen ABD Başkanı Bush'un gelişi öncesi şeref
salonunun önündeki bayrak direklerine çekilen Türk bayrakları, ABD
bayraklarından büyük olduğu için değiştirildi. (27.06.2004 Milliyet)
Bunlar vakti zamanında emperyalist ordularını denize döken ve Osmanlıyı
yıkıp yerine cumhuriyeti kuran Atatürk'ün Türkiye'sinde yaşanıyor.
Ergun Babahan buna üzülsün.
***
Başa dönelim.
Hüseyin Yurttaşlar çoğalmasın yeter ki..
Başka ne diyeyim.. |
ismetbaytak@hotmail.com
ismetbaytak@kuzeyege.net
bergamaturkey@yahoo.com
kuzeyege@yaoo.com
|